KARDELEN KOLEJİ FORUMU

Hoşgeldiniz

Join the forum, it's quick and easy

KARDELEN KOLEJİ FORUMU

Hoşgeldiniz

KARDELEN KOLEJİ FORUMU

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kardelen Koleji Forumu


    Dini Hikayeler

    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:28 pm

    ALABİLİRSEN AL


    Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç askere çağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik ve küpleri emânet edecek bir kimse bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin türbesine getirdi. Türbeyi ziyâret edip;
    "Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu hâtıraları emânet edecek bir kimse bulamadım. Bu küçük çekmeceyi zâtı âlinize emânet bırakıyorum. Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye verebilirsiniz!" diye münâcaat etti.
    Sonra çekmeceyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.
    Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve emânetini almak üzere Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. Ziyâretini yapıktan sonra, çekmeceyi koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı.
    Orada türbeyi bekleyen türbedâra;
    "Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi alıyorum." dedi.
    Türbedâr;
    "Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin yerini değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim."

    Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve emânetini alarak köyüne döndü.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:28 pm

    ALLAH NASIL MİSAFİR EDİLİR?
    Musa Aleyhisselâmın ümmeti:

    - Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:

    - «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»

    Musa Aleyhisselâm: «Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.

    Allah (c.c.): «Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.

    Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: «Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi. Hz. Musa:

    - Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi.

    Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.

    İkinci gün Hz. Musa Tur'a gidip:

    - Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:

    - Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:

    - Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah:

    - «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.

    Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah'ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır.


    Kaynak:
    Büyük Dini Hikayeler, İbrahim sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:28 pm

    Allah'ın Emaneti
    Hz.Ümm-i Süleym, gayet temiz ahlak sahibi bir hatun idi. Çocuğu vefat ettiği zaman, sabır ve metanetle bizzat kendisi yıkadı ve kendisi kefenledi ve bir tarafa bırakıp, komşularına dönerek:


    - Babasına haber vermeyin.

    Hz. Ebu Talha orada bulunmamaktaydı. Akşam eve döndüğünde, çocuğu sordu, hanımı:


    - Gördüğünden şimdi çok iyidir, der.

    Sonra yemek yediler, oturdular, birlikte oldular. Bir müddet sonra Hz.Ümm-i Süleym, beyine gayet metanetle şöyle der:


    - Ebu Talha, ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi etmez mi?


    - Söylediğin bu söz nasıl bir söz, elbette ki ödünç alınan şey geri verilmeli.


    - O halde, Hak Teala da sana emanetten vermiş bulunduğu çocuğu aldı.


    Ebu Talha bu sözü duyunca :


    - Biz Allah için halk edilmiş bulunuyoruz ve hep onun tarafına döneceğiz, der ve şükreder.

    Sabah olunca gidip Resulullah'a (s.a.v.) anlatır. Resulullah (s.a.v.):


    - Ya Rabbi bunun daha iyi bir karşılığını Ebu Talha'ya ver, diye dua eder.

    Nitekim, dokuz ay dokuz gün sonra Abdullah diye bir çocukları olur. Çocuk, Peygamberimizin himayelerinde büyürler, İslam Tarihinde önmeli bir şahsiyet olur.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:29 pm

    ALLÂH'I BİLMEYE YÜZ DELİL...

    Fahreddîn-i Râzî Herat ve civarında bozuk inançları yaymakla meşgul olanlarla mücâdele ediyor, Müslümanlar'ı bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat'a geldiğinde; hem devlet, hem din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki; ne geliyor, ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi?

    Halktan bir zengin, bir gün Fahreddîn-i Râzî hazretlerini bahçesinde yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin etmekti.

    Fahreddîn-i Râzî hazretleri, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta,

    - Niçin bizi ziyârete gelmediniz? diye sordu. Şöyle cevap verdi o zât:

    - Ben fakirin biriyim. Ne ziyâretinize gelişim size bir şeref kazandırır, ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul olun.

    Bu cevap Fahreddîn-i Râzî hazretlerini düşündürdü. Bu defa büsbütün meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı:

    - Bu, sıradan birinin sözüne benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin gelmiyorsunuz? Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı.

    - Sen, 'Müslümanlar'ın benim ziyâretime gelmeleri vâciptir' diyormuşsun. Neden senin ziyâretine gelmek vâcip olsun?

    - Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyâretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyâretine gelmiş ol***ar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar.

    - Öyle ise anlat bakalım... İlmin hedefi Allâh'ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ'yı?

    - Yüz delil ve burhan ile biliyorum Allah Teâlâ'yı...

    - Peki öyleyse, söyler misin; burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Halbuki Allahü zû'l-Celâl bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım?

    Bu cevaptan sonra bir suskunluk başlar. Neden sonra yerinden kalkan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri,

    - Uzat elini de öpeyim. Sen sıradan biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta bırakma.

    Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir:


    - Konuştuğun zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleridir.

    Fahreddîn-i Râzî hazretleri hemen diz çöküp rica eder:

    - Lütfen beni de kabul buyurun tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak edeyim sohbetlerinize...

    * * *

    İşte zâhirî ilimle bâtınî ilmin farkı... İşte zâhirî ilim ehli ile, zû'l-cenâhayn olan mâneviyat erbâbının seviye ve dereceleri... Keza, aralarındaki diyaloğun güzelliği ve hakkı teslim ile neticelenişi... Ve, biribirlerine karşı olan nezâket ve saygıları...

    Zamanımız 'tartışmacıları'na örnek olması dileğiyle..
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:29 pm

    ALLAH'TAN UTANANDAN HER ŞEY UTANIR

    Ma'rûf-ı Kerhi Hazretlerinin bir dayısı şehrin vâlisi idi. Vâli, bir gün şehrin kenar mahallelerini dolaşıyordu. Ma'rûf'u bir kenarda oturmuş ekmek yerken gördü. Önünde de bir köpek vardı. Bir lokma kendi yiyor, bir lokma da köpeğin ağzına veriyordu.
    Dayısı,
    - Köpekle birlikte yemeğe utanmıyor musun dedi.
    Maruf;

    Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum dedi ve başını kaldırıp havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi, eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü.
    Ma'rûf;
    -Allah'tan utanandan her şey utanır, buyurdu.

    Dayısı bu hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:29 pm

    Ana Hakkı ve Alkama'nın Sonu


    Hazreti Peygamberimiz (s.a.s.) eshabıyla oturmuş sohbet ediyordu. Bir kadın sahabe Resulullah'ın huzuruna telaşla girerek:

    - Ya Resûlellah! Şu anda kocam ölüm dçşeğinde, belki biraz sonra ölmüş olacak... Yalnız yanında kelime-i şehadet getirdiğimi anladığı ve kendiside getirmeye çalıştığı halde şehadet kelimesi getiremiyor. Kocamın imansız gitmesinden korkuyorum. Bu hususta bir yardımınızı bekliyorum, dedi.

    Hazreti Peygamberimiz:

    - Kocan sağlığında ne gibi kötü harekette bulunurdu? diye sordu.

    Kadın hiçbir kötü amelinin olmadığını, namazını kılıp her türlü ibadetini noksansız yerine getirmeye çalıştığını söyledi.

    Bu sefer Peygamberimiz:

    - Kocanızın dünyada kimi var? diye sordu.

    Kadın ihtiyar bir annesi olduğunu söyleyince Peygamberimz (s.a.s.) kadının kocası Alkama'nın anasın huzura çağırdı. Hazreti Alkama'nın anası, Hazreti Peygamberimizin huzuruna çıktı. Peygamberimiz:

    - Oğlun sana karşı nasıl hareket ederdi? Oğlundan memnunmusun? diyr sordu.

    Alkamanın anası:

    - Ya Resulullah, oğlum evleninceye kadar çok iyi muamele ederdi. Evlendikten sonra hanımını dinledi, bana hor bakmaya başladı. Hatta son zamanda evini bile ayırdı. Ben de üzüldüm, onun bu hareketine, dedi.

    Peygamberimiz (s.a.s.) yaşlı kadına; oğlunun ölüm döşeğinde olduğunu, hakkını helâl etmediği takdirde cehennem azabı çekeceğini söylediyse de kadın:

    - Hakkımı helâl etmem ey Allah'ın Resûlü, dedi.

    Alkama ise evde yatıyor, hâlâ şehadet kelimesi getiremiyordu.

    Hazreti Peygamberimi, kadının annelik şefkatini harekete geçirmek için, orada bulunanlara:

    - Bana biraz odun hazırlayın, diye emir verdi.

    Kadın hayretle :

    - Odunu ne yapacaksın ya Resûlellah! diye sormaktan kendini alamadı.

    Çünkü o da şüphelenmişti.

    Peygamber Efendimiz :

    - Oğlunu yakacağım... Zira yarın cehennemde yanacağına cezasını burada çeksin, daha iyi buyurunca, kadın dayanamadı,

    - Oğlumun gözümün önünde yanmasına razı olamam ya Resûlellah ! Ona hakkımı helal ediyorum, dedi.

    Murat hasıl olmuştu... Hazreti Peygamberimiz, Bilâl-ı Habeşi Hazretlerini göndererek :

    - Git bakalım, Alkama ne haldedir? buyurdular.

    - Bilâl-i Habeşi Alkam'nın yanına varıp şehadet kelimesei telkin ettiğinde, Alkama'nın dili açılmıştı :

    - Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Resûlüllah, deyip ruhunu Allah'a teslim etti.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:29 pm

    AMR B. AS'IN HİDAYETİ
    Amr b. As r.a. anlatıyor:
    Hendek savaşından Mekke'ye döndüğümüzde, Kureyş'ten benim gibi düşünen bazı kimseleri bir araya getirdim. Onlar beni dinlerlerdi. Onlara:
    - Biliyorsunuz, Muhammed gittikçe kuvvetleniyor, hem de korkunç bir şekilde güçlenmektedir. Ben bu konuda birşey düşünüyorum. Acaba siz ne dersiniz? diye sordum. 'Görüşün nedir?' dediler. Ben de:
    - Beraberce gidelim Habeş Kralı Necaşi'ye sığınalım, onun yanında olalım. Eğer Muhammed bizim kavmimize galip gelirse, biz Necaşi'nin yanında kalırız. Onun elinin altında olmamız, Muhammed'in elinin altında olmaktan daha iyidir. Eğer bizimkiler galip gelirse, zaten bizi biliyorlar. Onlardan bize sadece iyilik gelebilir, dedim.
    Arkadaşlarım bunun tek yol olduğunu söylediler. Bunun üzerine ben: 'O halde, Necaşi'ye vereceğimiz hediyeleri hazırlayınız.' dedim.
    Necaşi'nin hoşuna gidecek hediyelerin başında tabaklanmış deri vardı. Biz de ona çokça deri topladık. Sonra Mekke'den yola çıkıp, Necaşi'ye vardık. Biz orada iken, Amr b. Ümeyye de geldi. Hz. Peygamber, Amr'ı Necaşi'ye Cafer ve arkadaşları için göndermişti. Amr, Necaşi'nin yanına girdi, sonra da çıktı. Arkadaşlarıma dedim ki:
    - Bu zat Amr b. Ümeyye'dir. Eğer Necaşi'nin yanına girip de onu bana teslim etmesini istesem, o da onu bana verse de onun boynunu vursam, Kureyşliler bunu bir mükâfat gibi kabul ederler. Çünkü böylece Muhammed'in elçisini öldürmüş olurum.
    Bu fikirle Necaşi'nin huzuruna girdim. Daha önce yaptığım gibi secde ettim. O da:
    - Dostum Amr'a merhaba, dedi. Bana memleketinden bir hediye getirdin mi?
    - Evet ey kral! Sana birçok deri getirdim.
    Sonra derileri Necaşi'ye takdim ettim, hoşuna gitti. Dedim ki:
    - Ey kral! Ben yanından çıkan bir kişi gördüm. O, bize düşman bir kişinin elçisidir. Onu bana ver ki öldüreyim. Çünkü o bizim ileri gelenlerimizden birçok genci öldürdü.
    Necaşi müthiş öfkelendi. Sonra eliyle burnuma vurdu. Zannettim ki burnum kırıldı. Eğer yer açılsaydı korkudan girerdim. Dedim ki:
    - Ey kral! Eğer hoşuna gitmeyeceğini bilseydim, bunu senden istemezdim. Necaşi:
    - Kendisine, Musa'ya gelen en büyük Namus'un (Cebrail'in) geldiği bir kişinin elçisini sana vermemi nasıl isteyebilirsin?
    - Ey kral! Gerçekten böyle midir?
    - Behey azaba uğrayasıca, beni dinle de ona tabi ol! Çünkü o, Allah'a yemin ediyorum, Hak üzeredir ve kendisine karşı gelenlere, tıpkı Hz. Musa'nın Firavun ordusuna galip geldiği gibi galip gelecektir.
    - O halde, onun namı hesabına İslâm üzerine benimle biat eder misin? dedim. Necaşi evet dedi ve elini uzattı. İslâm üzerine Necaşi'ye biat ettim.
    Sonra arkadaşlarımın yanına vardım. Müslüman olduğumu gizledim. Daha sonra Hz. Peygamber'e gitmek üzere yola çıktım. Yolda Halid b. Velid'e rastladım. Bu hadise Mekke'nin fethinin biraz öncesindeydi. O da Mekke'den geliyordu. Ona:
    - Ey Eba Süleyman, nereye gidiyorsun? dedim.
    - Andolsun, iş açığa çıkmış ve başarıya ulaşmıştır. Kesinlikle o kişi peygamberdir. Gideceğim ve müslüman olacağım. Sen daha ne zamana kadar inat edeceksin? dedi. Ben de ona:
    - Andolsun ki ben de müslüman olmak için geldim, dedim.
    Halid'le beraber Medine'ye, Peygamber s.a.v.'e vardık. Halid benden önce müslüman oldu, biat etti. Sonra ben:
    - Ey Allah'ın Rasulü! Ben geçmiş günahlarımın affedilmesi üzerine -ki gelecektekileri de bilmiyorum- seninle biat ediyorum, dedim. Hz. Peygamber s.a.v.:
    - Ey Amr! Biat et ki, İslâm, İslâm'dan önceki bütün günahları silip süpürür. Hicretten önceki herşeyi hicretin sildiği gibi, dedi.
    Rasulullah s.a.v.'e biat ettikten sonra geri döndüm
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:30 pm

    Şeytan ile Hz. İsa (a.s)

    Hz. İsa (a.s) yarım kerpici başının altına koymuş, yatıp uyumuştu. Uyanıp gözlerini açtığında İblis'i başında bekler buldu. Ona.
    - A melun başımda ne bekliyorsun? diye sordu.

    İblis ona dedi ki:
    - Başının altına koyduğun benim kerpicim. Bütün dünya benim malım olduğuna göre, bu ker*** parçası da benim malımdır demektir. Madem ki malımı kullanıyorsun bana ortak oldun demektir.

    Hz. İsa (a.s) kerpici başının altından aldı, fırlatıp attı. Yeniden uyumaya niyetlendi. İblis de savuştu gitti.

    Ey dünya dertleriyle üzülen, ip gibi eğilip bükülen adam!

    Madem sonunda herşeyi arkanda bırakıp gideceksin, açgözlülük yapmanın, durmadan mal yığmanın ne âlemi var?

    Kaynak: Mantıku't Tayr, Feridüddin Attar
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:30 pm

    Yahudinin Selamı

    Resuli-Ekrem (.s.a.a)'in eşi Ayşe, Resul-i Ekrem (s.a.a)'ın huzurunda oturmuştu ki, Yahudi bir adam içeri girdi. Girdiği anda Selam un aleykum yerine
    - Essamu aleykum' yani 'ölüm üzerinize olsun'dedi. Uzun sürmedi, başka biri daha geldi. O da selam yerine
    - Ölüm üzerinize olsun' dedi. Bunun tesadüf olmadığı malumdu. Resul-i Ekrem (s.a.a)'i dille incitmek için yapılan bir plandı. Ayşe çok öfkelendi, ve
    - Ölüm sizin üzerinize olsun...' diye bağırdı.
    Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu:
    - Ey Ayşe küfür etme, küfür şekillenirse en kötü ve çirkin bir biçimde mücessem olur. Yumuşaklık ve sabırlı olmak, her neyin üzerine konursa, onu güzelleştirir, süsler ve her şeyin üzerinden kaldırılırsa güzelliğini azaltır. Niçin sinirlenip öfkelendin?
    Ayşe:
    - Görmüyor musun ya Resulullah'ın, bunlar küstahlık ederek, utanmadan selam yerine ne diyorlar?
    - Evet, görüyorum onun için bende, 'Aleykum' yani 'sizin üzerinize olsun' diye cevap verdim, bu kadarı kafiydi.'
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:30 pm

    Yahudinin İnkarı ve Altın


    İsa Aleyhisselâm bir Yahudi ile yola çıkar. Yanlarına ekmeklerini de almışlardı. Fakat Hz. İsa'nın iki, Yahûdinin ise üç ekmeği vardı. Yahudi, Hz. İsa'ya göstermeden ekmeğin birini yedi. İsa aleyhisselâm, Yahûdinin üç ekmeği olduğunu biliyordu.

    — Senin üç ekmeğin vardı, biri ne oldu? diye sordu.

    Yahudi: «Benim ekmeğim iki idi» diyerek yalan söyledi.

    Yollarına devam ediyorlardı. Bir cüzzamlı hastaya rastladılar, İsa aleyhisselâm asası ile hafifçe bir vurunca hasta iyileşti. Yahudi bunu gördü, îsa (a.s.) yine ekmeğinin kaç olduğunu sordu. Yahudi: «İki» diye cevap verdi.

    Biraz ileride bîr âmâya rastladılar, İsa aleyhisselâm teveccüh etti âmânın gözleri açıldı!

    — Ekmeğin kaç idi? diye sordu.

    O yine iki olduğunu söyledi. Bu minval üzere Isa aleyhisselâm'ın mu'cizelerini gördüğü halde Yahudi îman etmemekte ısrar eder ve yollarına devam ederler.

    Bir müddet sonra İsa aleyhisselâm bir ağacın gölgesinde yatıp uyumaya başlar. O muhitin valisinin hasta bir kızı vardı. Ölüleri dirilten, hastalara şifa veren zatın kendi memleketine geldiğini duyup aratmaya başlar. Ağacın altında uyumakta olan İsa Ruhullah'ın yanına varırlar. Yahudi gelenlere ne aradıklarını sorar. Onlar meseleyi anlatıp hasta çocuğun iyileşmesi için yardımını dilediklerini söylediklerinde; Yahudi: «O sizin aradığınız benim... Getirin hastayı iyileştireyim» der.

    Hastayı getirdiklerinde deynekle bir vurunca çocuğu öldürür. Yahûdiyi hemen yaka-paça valinin huzuruna çıkarırlar.

    — Çocuğu öldürdüğü için öldürün bunu!, der vali.

    Bu sırada İsa aleyhisselâm uykusundan uyanıp asasının kaybolduğunu görür ve biraz sonra da meseleyi öğrenir. Kerameti asada sanan yahûdinin asılmak üzere olduğunu görüp:

    — Bu benim arkadaşımdır. Bunu serbest bırakırsanız, çocuğunuzu biiznillah diriltirim, der. Maalmemnuniye kabul ederler.

    İsa aleyhisselâm ölünün başına varıp: «Kum biiznillah» deyince çocuk ayağa kalkar. Ve hastalıktan da kurtulur.

    İsa aleyhisselâm'ın bu mu'cizesini de gören Yahudi'de hâlâ îman alâmeti yoktur.

    İsa (a.s.): «Kaç ekmeğin vardı?» diye sorar ve Yahudi'den gene, «iki» cevabını alır.

    Yollarına devam ederler. Bir müddet gittikten sonra beş parça külçe altına rastlarlar. Külçe altını o anda taksim etmek mümkün olmadığından İsa aleyhisselâm:

    — Kimin ekmeği üçse o üç parçasını alsın, iki ekmeği olan da iki parça alsın, der.

    Bu zamana kadar ekmeğinin iki olduğunu ısrarla söyleyen Yahudi:

    — Benim üç ekmeğim vardı. Birisini senden gizli olarak yedim. Ben üç parça almam lâzım, der.

    İsa aleyhisselâm: «beşi de senin olsun» diyerek külçe altınları ona bırakıp gider. Bir anda milyonların sahibi olan Yahudi sevincinden ne yapacağını şaşırır ve altınların arasında: «Bu da benim, bu da benim» diyerek koşmaya başlar. Biraz sonra oraya iki kişi gelir, onlar da altınlara ortak olmak isteyip; «biz de alacağız» derler. Yahudi bakar ki, kurtulmanın imkânı yok: «Ben eve gidip, at ve araba getireyim. Siz ben gelinceye kadar burada bekleyin. Ben altınları kesmek için bir de testere alır gelirim» der ve gider.
    Eve varır, karısına zehirli bir börek yaptırıp atları ve arabayı alarak gelir. Tabii ki, bu işleri yapıncaya kadar biraz gecikmiştir. Öbürleri ondan şüphelenirler ve altınların tamamına sahip olmak için Yahûdiyi öldürürler. Öldürdükten sonra da: «Nasıl olsa altınlar bize kaldı. Şu böreği yiyelim de ondan sonra gideriz» deyip zehirli böreği yerler. Netice malûm... Her üçü altınlardan istifade edemez ve dünya hırsıyla geberip giderler. Gittiği yoldan geri dönen Hazreti İsa, altınların yerinde durduğunu ve üç kişinin de bu altınlar yüzünden öldüğünü görüp, dünya nimetlerine meyletmediği için Allah'a şükreder.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:31 pm

    Yahudilerin İftirası

    Musa (a.s.) kardeşi Harun (a.s.) ile birlikte yolculuk ederken o zamana kadar görmedikleri bir ağaç görürler. Hemen ardında kapısı ardına kadar açık bir ev görürler. Seslenirler bir cevap alamazlar.Evin içinde bir kanepe görürler. Harun (a.s.):
    - Ya Musa! Burası hoşuma gitti. İzin ver de şu kanepenin üzerinde biraz olsun uyuyayım.
    - Uyu ya Harun.
    Hz.Harun orada uyuduğu zaman ölüm meleği gelip Harun (a.s.) ruhunu kabzeder. İlk defa gördükleri ağaç kaybolur. Ev içindeki kanepe ile semaya kaldırılır. Musa (a.s.) bu duruma üzülerek yapayalnız İsrailoğullarına döner.
    Onun kardeşiyle birlikte dağa çıkıp yalnız döndüğünü gören Yahudiler:
    - Musa, İsrailoğullarının Harun'a karşı olan sevgisi yüüznden hased edip onu öldürdü, diye iftira ederler.
    Musa (a.s.) :
    - Kardeşimi öldürdüğümü ileri sürerek bana iftira ediyorsunuz. Halbuki o daha önce kendisi için takdir edilen hükmün tecellisi karşısındadır. O İlahi hüküm yerine geldi.
    Yahudiler, bu iftirayı çoğaltınca Musa (a.s.) iki rekat namaz kıldı ve Rabbine kendisini temize çıkarması ve Yahudileri susturması için dua etti. Dua kabul olundu. Bir mücize olarak kanepe göründü. musa (a.s.'ın doğru söylediğine inanırlar.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:31 pm

    Bir Çocuğun Namaz Kılma Öyküsü


    Türkan Hanım dindar bir ailede büyümüştü. Annesi her fırsatta ona
    ve
    kardeşlerine namaz kılmalarını söyler, hatta kızarak onları uyarırdı.
    Türkan Hanım namazın kılınması gerektiğine inanır, ama yine de
    kılmazdı, çünkü kılmak nefsine zor geliyordu. Bazen başlar, sonra
    terk
    ederdi.


    Evlendi ve çocukları oldu. Annesi her geldiğinde aynı şekilde namaz
    kılmaları için ikaz etmeyi sürdürüyor, o da ısrarla kılmamaya devam
    ediyordu. Çok istemesine rağmen bir türlü nefsine galip gelemiyordu.
    Bir gün arkadaşları ona oturmaya geldi. İçlerinden biri annesini de
    yanında getirmişti. Teyze çok mübarekti. Öyle tatlı konuşuyordu ki,
    onu dinleyen saatler geçse usanmazdı. Teyze bir ara namaz konusuna
    değindi. O anlatırken, Türkan Hanım annesini hatırlamış ve annesinin
    eski günlerdeki namaz ikazlarını düşünüyordu. Misafirler de teyzeyi
    zevkle dinliyordu.

    Türkan Hanımın küçük oğlu Zekeriya, dört yaşındaydı. Oynadığı
    oyunu
    bırakmış, teyzenin koltuğu dibinde iki elini yumruk yapıp yüzüne
    dayamış bir şekilde, kıpırdamadan dinliyordu. Annesi ikram için
    mutfakla salon arasında koşturup dururken mevzu değişmişti. O da
    onların yanına oturup sohbetin güzelliğine kapılarak çayını
    yudumlamaya başladı.


    "Anne, senin yerine ben namaza başlayacağım"

    Tam bu sırada mutfaktan bir gürültü geldi. Arkasından da oğlunun
    çığlığı duyuldu. Telâşla mutfağa koştu Türkan Hanım. Misafirler de
    korkuyla peşinden gittiler. Oğlu bir sandalye koyarak lavaboya
    çıkmıştı. Bir ayağı lavabonun içinde, diğeri ise dışarıdaydı.
    Sandalye
    devrilmiş yerde dururken, oğlu da lavabonun kenarında korkmuş bir
    şekilde asılı duruyordu. Koşup kucağına aldı. Su içeceğini zannederek:

    "İsteseydin ben verirdim yavrum, ya düşüp bir yerine zarar verseydin"
    diye çıkıştı.

    Türkan Hanım oğlunun verdiği cevabı, uzun yıllar geçmesine rağmen
    hâlâ
    unutamaz; çünkü şöyle demişti çocuğu:

    "Anne, ben abdest alacaktım. Teyze dedi ya, namaz kılmayanlara Allah
    ceza verecekmiş diye. Ben de, sen ceza almayasın diye senin yerine
    namaza başlayacaktım."

    O an Türkan Hanım, tepeden tırnağa titrediğini hissetti. Allah,
    yıllarca namaz kılmayan Türkan Hanıma oğlunun davranışıyla müthiş bir
    ders vermişti. Yavrusuna sarılıp dakikalarca ağladı.

    Bu hikâye birçok bakımdan ders verici. Aslında çocuklar büyüklere
    değil, anne babalar evlâtlarına namazı öğretmeli. Çünkü, Peygamber
    Efendimiz (s.a.v.) çocuklarımıza yedi yaşına geldiklerinde namaz
    kıldırmamızı ve on yaşına geldiklerinde ise ciddi bir şekilde üzerinde
    durmamızı emreder.

    Çocuklarımıza -küçük yaşlarda gerek camilere ***ürerek, gerek ise
    evde
    cemaat yaparak- namazı sevdirmeli ve onlara örnek olmalıyız. Namaz
    çocuklara tatlı bir üslûpla, sevdirilerek anlatıldığı takdirde
    çocukların namaza karşı ilgi ve sevgileri kaçınılmaz olur.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:31 pm

    Misafir rızkı ile gelir

    Misafirperver bir sahabi vardı. Hanımı ise her gün kocasının yanında birkaç misafirle gelmesine tahammül edemez ve kocasına:
    -Sen her gün birkaç misafirle geliyorsun, gelen misafirler, çocuklarımızın rızıklarını yiyorlar, der.
    Kocası, aldırış etmez eve gelirken her gün yanında birkaç misafir getirmekte devam eder. Kadın sahabi dayanamayıp, gider durumu Resûlullah'a::
    -Ya resûlallah! Kocam her akşam eve birkaç misafir getiriyor, böylece de kocamın kazandıkları hep misafirlere gidiyor. Bir gün hastalanıverse, açlıktan ölmekten korkarım, der..
    Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadının kocasını, huzuruna çağırtır, durumu birde ondan dinler. Sahabi:
    -Ben misafirsiz edemem! Soframda misafir olması, bana neş'e ve bereket veriyor, der.
    Bu sefer Peygamberimiz (s.a.v.) kadına, bundan sonra fazla değil, bir misafire razı olup olmadığını sordu. Kadın buna da razı olmayarak:
    -Ben çocuklarımın rızkını başkalarının yemesine rıza gösteremem, der.
    Adam hiç olmazsa bir misafirde ısrar edince; kadın boşanmaktansa, bir misafire razı olur. Fakat o akşam üzeri beyinin, yine eve iki misafirle geldiğini gördü. Kadın sinirlenmişti, içi rahat değildi. Yemek hazırlamak için mutfağa girdi, üç kişilik yemek hazırlayıp tepsiyi kocasına verdi. Biraz sonra da, misafirlerden birinin çıkıp gittiğini gördü. Hazırlanan yemeklerden biri yenmemişti.
    Kadın kocasına:
    -Misafirin biri niçin yemek yemeden çıkıp gitti? diye sorar.
    Adam, ikinci misafirin farkında değildir:
    -Sen hangi misafirden bahsediyorsun. Ben bir misafirle geldim, o da içerde işte, diye cevap verdi.
    Kadın çok iyi görmüştü. Misafirin birisi yemek yemeden çıkmıştı.
    Bu münakaşanın içinden çıkamayacaklarını anlayan karı-koca, hemen Efendimiz Hazretlerine müracaata gittiler ve durumu anlattılar...
    Onları dinleyen Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
    -Evet! Eve iki misafir gelmişti. Fakat bunlardan birisi hakiki insan değil, insan sûretine giren rızıktı. Allah (c.c.) hanımını akıllandırmak için rızkı insan kılığına sokmuştu. Hanımın ise, yine misafirler için bir miktar rızkı gözden çıkarıp hazırladı, ama o rızık, eksilmedi.

    Şunu iyi bilesiniz ki, her misafir kendi rızkı ile gelir. Ve kimse, kimsenin rızkını yiyemez, eksiltemez... Hatta misafir, bir evin bereketini artırır ve o evin rızkında artma olur, buyurdular. Tabiî ki kadın, bu hadiseden sonra itiraz edecek durumda değildi.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:31 pm

    Savaş VE NAMAZ

    Kafkas müslümanlarının mücahid ve kahraman lideri Şeyh Şamil, Rus ordularıyla otuz yıl kadar mücadele etmişti. İşte o savaşlardan biri olan Gimri Savaşı’ında Şeyh Şamil çok ağır bir şekilde yaralanmıştı. Anlatıldığına göre Şamil’in yaralanma hadisesi şöyle gerçekleşmiş:

    Tüfek ve kılıçlarla yapılan bu çetin savaşta, düşman askerlerden biri bir taşın arkasında saklanarak pusu kurar. Fırsatını bulduğu anda da, üç ağızlı ve oluklu süngüsünü olanca şiddetiyle Şamil’in göğsüne saplar. Göğsüne saplanan tüfeğin namlusu uzun olduğundan bedeni geriye doğru itilmiştir. Bu halde kendi kılıcının düşmana erişemediğini gören Şamil, derhal göğüsüne saplanan süngünün kabzasına yapışarak, bütün kuvvetiyle kendine doğru çeker. Mesafe kısalır, fakat süngünün ucu da kahraman Şamil’in sırtından çıkmıştır.

    Bu arada mesafesi kısalıp kılıç menziline giren düşman da, Şamil’in bir kılıç darbesiyle ölmüştür. İmam Şamil, son bir gayretle süngü ve tüfeği göğsünden çıkarıp atmış, kurşun yağmuru altında gecenin karanlığından da yararlanarak, yakınlardaki mağaralara doğru büyük bir çaba ile yol almaya başlamıştır.

    Şamil, ormanlar içindeki mağarada kendi adamları tarafından, bitkilerden elde edilmiş ilaçlarla üç gün gizli tedavi gördükten sonra, sapa bir dağ köyüne ***ürülür. Burada yirmibeş gün kendini bilmeden, adeta ölü bir halde yatar.

    Şamil’in şefkatli anası da, bu süre içinde geceli gündüzlü oğlunun başında beklemiştir. Nihayet Şamil, yirmibeş gün sonra kendine gelip gözlerini açar ve başında bekleyen anasına telaşla sorar:

    - Anam, namaz vakti geçti mi?

    Ne diyeceğini şaşıran kadıncağız:

    - Zararı yok yavrum, kaza edersin! der.

    Halbuki o ölüm uykusu, yüzyirmibeş namaz vakti devam etmiştir.

    Tarık Mümtaz Göztepe, İmam Şamil
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:32 pm

    CENNETE SEFER VAR!

    Efendimiz in ( s.a.v ) hadisi olarak hatırladığım bir şey var.Aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi:’’Bir günah işlediğinizde ,ardından hemen bir iyilik yapın,bir sevap işleyin.Ki ,o sevap ,o günahın kalpte bıraktığı etkiyi alıp ***ürsün.’’
    Bu hadisten çıkarılacak hisse :Eğer dünyada ki bu imtihanı kazanmak istiyorsak mücadeleden bir an bile kopmamamız lazım.
    İnsanız,elbet gaflet anlarımız olacak .(keşke olmasa !)Elbet zayıf düştüğümüz anlarda istemeden de olsa hatalar yapabilir,günah işleyebiliriz.
    Hayat yolu aşılması zor engellerle dolu…Bizim asıl bilmemiz ve özellikle dikkat etmemiz gereken nokta şu:Her ne durumda olursak olalım hep teyakkuzda olmak,Savaşta olduğumuzu unutmamak,tökezledik veya düştük diye mücadeleyi terk etmemek.Hemen kalkıp düşmana aynı şekilde karşılık vermek..
    (Ne demiş efendimiz( a.s) bir savaş dönüşü sahabe dostlarına:
    ’’Şimdi küçük savaştan büyük savaşa dönüyoruz’’
    Büyük savaş nedir ey ALLAH’ ın Resulü ?
    diyenlere kitaplık çapta şöyle seslenmiş:


    ’’ O’ nefsinizle yaptığınız savaştır.’’)

    Bu nasıl olacak ?

    Aynen peygamber efendimiz (s.a.v)buyurduğu gibi ir günah işlediysek ,hemen ardından bir,hatta birkaç sevap işleyeceğiz.Bir namazı gaflete düşüp kaçırdıysak,en az 20-30 rekat nafile namaz ,tövbe ve zikirle buna karşılık vereceğiz.(işte bu konuda bize peygamberlerden bir örnekeygamberlerden birini(yanlış hatırlamıyorsam idris (a.s ) ) şeytan gaflete düşürmüş ve sabah namazı vaktini geçirtmiş..Uyandığında bir ok gibi yerinden fırlayan peygamber hemen Rabbinin huzuruna durmuş ve tam bin (1000) rekat namaz kılmış..Akşama kadar da tövbe ,istiğfar etmiş..
    Ertesi gün şeytan onu sabah namazına bizzat kendisi kaldırmış. Peygamber sormuş:
    Ey iblis,ey ALLAH’IN lanetli kulu ,ey insanlığın düşmanı !

    Sen hayırlı iş yapmazsın, bu davranışının sebebi ne ki ?

    Şeytan homurdanarak cevap vermiş:

    Yahu ,bir gün sabah namazını kazaya bıraktırdım,bin rekat namaz kıldın,o da yetmedi akşama kadar tövbe ve zikirle geçirdin vaktini..
    Neme lazım hiç olmazsa vaktinde kaldırayım da fazla namaz kılıp daha çok sevap kazanma demiş)…
    Evet insan kalesinin kumanda merkezi’’ KALP’’tir.

    Şeytan kumanda merkezini ele geçirirse kale düşer.

    İşlediğimiz her bir günah kalbimizde siyah bir leke bırakır,


    eğer hemen arkasından tövbe edip onu silmezsek o leke oraya iyice yerleşir.


    Ardı ardına işlenen günahlarla leke büyür,büyür,öyle bir an gelir ki kalp kapkara olur.
    ALLAH (C C )hepimizi böyle bir duruma düşmekten korusun(amin)

    Bu durumdaki bir insan için artık çok geçtir.

    Kurtulmak ister,kurtulamaz,içinde bulunduğu tutsaklıktan (günah batağından) çıkmak istese de çıkamaz..

    Çırpındıkça batar daha derinlere..

    Çünkü şeytan kumanda merkezini ele geçirmiştir bir kere..

    (Çok duyarsınız çevrenizde böyle yakınmaları:Yahu hiç memnun değilim halimden ama kanıma işlemiş meret, bırakmak istiyorum bırakamıyorum veya,bir bitsin şu sıkıntılar başlıya cağım namaza vs..ama çok istemelerine rağmen o bir gün bir türlü gelmez.)

    O durumda olan insanın elinden maalesef bir şey gelmez.

    O ‘artık şeytanın esiri olmuş bir zavallıdır.

    Eğer günahlarımız ağır basar da şeytan bizi ele geçirirse vay halimize..

    O’ nun tuzağına düşmemek için çok uyanık olmalıyız.

    Prensipli hareket edip kendimize olmazsa olmaz kurallar koymalıyız.

    Mesela:

    ’’Şartlar ne olursa olsun mutlaka namazımızı kılmalıyız’’,

    Ezana saygı göstermeli,kur’anı hiç olmazsa haftada bir kez okumalı yahut dinlemeli,mutlaka Cuma namazına gitmeliyiz..Yerde bir ALLAH ( c c ) kelamı görsek kaldırmalı,dine ve dindara karşı saygılı olmalıyız..,hak yememeli,haksızlığa boyun eğmemeliyiz..,Kendimizi dünyanın en günahkar kulu görüp ,kibir ve gururdan sakınmalıyız.vb…


    Bu kurallar öylesine istisnasız olmalı ki ,işlediğimiz büyük ,küçük günahların bu kuralları bozmasına izin vermemeliyiz..

    Bir an yanılıp içki mi içtik,hemen ardından abdest alıp namaza durmalı,tövbe etmeliyiz.
    Hatta zina mı yaptık ,gusledip yine huzura durmalıyız..

    İşlediğimiz suç ne olursa olsun ,bu bizi ALLAH’IN ( cc )huzuruna çıkmaktan alıkoymamalıdır.
    Şeytan işlediğimiz her günahtan sonra bize gelir ve şöyle der:

    Bak gördün mü !
    Söz veriyor ama tutamıyorsun.Senin bu temiz insanların arasında işin yok.

    Allah’ın bu mübarek mabedini de bu kirli bedeninle kirletme,

    ( ! )Buradan hemen uzaklaş..


    ( Bir de çaktırmadan fitne tohumu atar :Ne yapalım seni yaradan böyle zayıf yaratmış veya,ne yapalım kaderin böyleymiş gibi..)

    Sonra da sözde teselli verir:korkma Rabbin merhamet sahibidir.bunları yapamasan da sen iyi bir insansın.
    Yeter ki kalbini temiz tut ( ! ) O ‘ seni affedecektir ( ! ) ..

    Bu tuzağa düştük mü asıl o zaman yandık demektir.Asıl o zaman tamamen yalnız kalacağımız ve asıl güç kaynağımız olan rabbimizden uzaklaşacağımız için ,şeytan bizi savunmasız yakalayacak ve canımıza okuyacaktır.

    Zaten işler hiçte onun bize kabul ettirmeğe çalıştığı gibi değildir.

    Tam aksine tövbekarların tövbesidir Rabbin katında makbul olan..

    O’ huzurunda cenneti garantilemişçesine rahat ,lakayt Müslümanlar yerine,eminim işlediği suçtan dolayı pişman,utanç ve korkuyla iki büklüm olmuş,Rabbim affet şu günahkar kulunu diye hıçkırıklara boğulan tövbekar kulunu tercih edecektir.
    Tabi bir günah işleyip bir tövbe etmek ,sonra o günahı tekrar işlemek ve bunu tekrar ,tekrar yapmak hoş ve ideal Müslüman’a yakışır bir davranış değil elbette.., Ama umulur ki bir gün bu azmimizi ,huzuruna çıkmaktaki bu kararlılığımızı gören Rabbimiz bize acır ve bizi şeytanın pençesinden kurtarır.Öyleyse umutsuzluk yok,pes etmek yok.
    Her yere haber salın,

    Haydi durmayın , koşun !

    Çok sevdiğiniz insanlar şeytanın tuzağına düşüp cehenneme gitmesin .
    Bu gerçeği haber verin tüm Müslümanlara..(Hatta tüm insanlığa)

    Müjde deyin !

    İş sizin zannettiğiniz gibi değilmiş,işlediğiniz günahlar engel değilmiş rabbinizin huzuruna çıkmaya..,

    Tövbe kapısı açıkmış,

    O’ sizi her halde,her şekilde huzuruna kabul ediyor deyin.,

    Koşsunlar vuslata çok geç olmadan..,

    El açsınlar Rabbimize , kalpleri kararmadan..

    Haber verin şeytanın oyununu ..,

    Acele edin çünkü ,bu işte vebal var.,

    Koşun dostlarım koşun ..,

    Cennet e sefer var….

    EŞREF ABDULLAH
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:32 pm

    ŞEYTANLA BİR GÖRÜŞME

    Şeytanla kabristanda karşılaştılar. Şeytan çok neşeliydi. Adam sordu:
    "Bu ne hâl?"
    "Altın devrimi yaşıyorum." diye cevap verdi şeytan.
    Adam anlamazlıktan geldi: "Ne demek istiyorsun?" "Sen de pekâla biliyorsun," dedi, "Asırlarca âhirzaman dedim durdum. Şimdi artık mutluyum. O Asr-ı Saadet'te neler çektiğimi bir ben bilirim. Hangi sahabeyi görsem dizlerimin takatı kesilirdi.
    Hele Ömer, onu görünce saklanacak delik arar, yolumu değiştirirdim. Daha sonra da rahat yüzü gördüm sayılmaz. Sahabeler gitti, müçtehidler geldi. Her asırda bir kutup, bir müceddid, nice alim, nice veli...
    Bana rahat yüzü mü gösterdiler?. Geylânî gitti, Gazali geldi; Rabbanî gitti, Mevlâna geldi.. Selçuklunun çöküşüyle biraz
    rahat edeceğimi sandım. Ne gezer. Al sana Osmanlı Ama şimdi altın devrimi yaşıyorum. Evet altın devrimi.
    Şeytan, daha sonra da bir nârâ atarak "Gün benim, devran benim" diye ekledi.
    "Milyonlarca, milyarlarca insanı nasıl yoldan çıkarıyorsun? Bunu hangi kuvvetle yapıyorsun?" diye sordu adam.
    Şeytan bir kahkaha savurdu: "Allah'ın onlara verdiği kuvvetle!" "Nasıl olur!?"
    "Anlatayım," dedi şeytan. "İnsana takılan bütün âletler, duygular, verilen bütün hisler, kuvvetler hep Allah'ın ihsânı.
    Ben o insana Allah'ı unutturuyorum. İçine vesvese atıyor, ne lâzımsa yapıyorum. Oyunlar tezgâhlıyor, tuzaklar kuruyorum. Sonunda bana uyarsa, Allah'ın bu ihsanlarını benim istediğim yönde kullanıyor. İşte bütün mesele bu kadar basit."
    "Demek sen Allah'ı biliyorsun?" diyerek hayretini belirtti adam.
    Şeytan acı acı gülerek; "Öyle lâf ediyorsun ki şaşıyorum" dedi.
    "Hiç bilinmeyen bir Zât'a isyan edilir mi? Onu bilmeyen mi var? Ama kimisi Kur'an'ı dinler, emirlerine uyar.
    Kimisi de beni dinler, isyan yolunu tutar. Bu ayrı mesele."
    Adam, şeytana silahlarını sordu. "Bunları ezberlemeye hafızan yetmez," dedi şeytan. "En çok kullandıklarım dünya sevgisi, benlik dâvâsı, şehvet, gazap, hırs, haset, riya. Herkesin nabzına göre şerbet veririm.
    Birine aldanmazsa, diğerini sunarım. Kendime bağlayıncaya kadar peşini bırakmam. Bunu başardım mı işim kolaylaşır. Artık ben o kişinin ardına düşmem. 0 beni takip eder."
    Şeytan onu bir kabre ***ürerek "Bak" dedi. Adam baktı. Toprağın altı da, üstü gibi seyredilebiliyordu
    Şeytan, "Şu var ya," dedi, "Bil bakalım, erkek mi, kadın mı?"
    "Ne bileyim ben," diye cevap verdi adam.
    Şeytan "vaktiyle" dedi, "şu kemikler bir kadının, şu ileridekine de bir delikanlının bedenleri sarılıydı.
    İkisini de rahatlıkla parmağımda oynatıyordum. Bu kâinatı, ondaki harika hadiseleri, insanın mükemmel yaratılışını,
    ölümü, hesap gününü, kısacası, her hakikatı unutturdum onlara. Şehvetten başka birşey düşünmez oldular.
    Bir ömür boyu hayvan gibi yaşadılar. Şimdi de azap çekiyorlar."
    Mezarlıkta biraz ilerlediler. Şeytan bir başka kabri gösterdi: "Bil bakayım," dedi, bu kemikler zengin kemiği mi,
    fakir kemiği mi?"
    "Kemiklerden birşey anlaşılmıyor" dedi adam. Ama mezar taşından bu şahsın vaktiyle zengin biri olduğu belli.
    "Evet," diye cevap verdi şeytan. "Ben bu adamı servetiyle gur***andırdım. Mal sevgisi gönlünde o kadar yer etti ki,
    işin birini bırakıp diğerine koşuyor, rüyalarında bile parayla uğraşıyordu. Ona rahat yüzü göstermedim.
    Gayri meşru kazançların peşinde koşturdum. Zâlim ettim, hırsız ettim, mağrur ettim... Bunlar onu mahvetmeye yetti;
    şimdi ilk hesabını veriyor. Şu berideki de bir fakirdi. Onu da bunun malına haset ettirdim. Kalbine kin ve nefret
    tohumları serptim. Bu kadarla da kalmadım, onu ruhî bunalımlara ittim. Sonunda kaderi tenkide kadar ***ürdüm.
    O da bir başka azap içinde. İşte bir taşla iki kuş vurmak diye buna denir."
    Sözün burasında hiç alâkası yokken yine, "Şu Osmanlılar yok mu," diye içini çekti, şeytan"
    kendileri gittiler ama, yine de bana çok çektiriyorlar. Fakat ben de intikamımı iyi aldım."
    "Nasıl aldın?' diye sordu adam.
    "Anlatayım," dedi. Bunu söylerken göğsünü kabartmış, ellerini koltuklarının altına sokmuş, başını gur***a dikmişti:
    "Asırlarca dinin, îmanın ve namusun bayraktarlığını yaptılar. Nice plânlarımı akîm bıraktılar. Nice insanları Allah'a secde ettirdiler. Fakat, şimdi ne oldu? Onların torunları benim peşimdeler. Hâyâ perdelerini sıyırıp çöpe attım.
    Şimdi birbirlerinin namusuna kötü gözle bakmayı hüner sayıyorlar. Bu manzara beni keyfimden çıldırtıyor.
    Dahası da var. Dün Osmanlının isminden dehşete kapılan Avrupalı, bugün memleketinize rahatlıkla giriyor.
    İstediği gibi eğleniyor ve Meyhanelerinizde, kızlarınızın taşıdığı içkileri içiyorlar.Bu konuşmaları dinlerken adamın
    içinde bir sıkıntı belirmiş ve şeytanın kendisini ümitsizliğe düşürmek istediğini anlamıştı.
    Elbette daha fazla konuşturamazdı:
    "Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır." diye başladı söze. "işte şimdi bu bahara girmek üzereyiz.
    Sözünü ettiğin pespaye gençliğe bedel din, vatan millet için gece gündüz çalışan çırpınan, göz
    yaşı döken yeni bir gençlik daha yetişiyor. Hem de akıl almaz bir hızla. Bunu sen de biliyorsun.
    Nitekim onlarla durmadan uğraşıyorsun. Öyle değil mi?"
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:32 pm

    DEHŞETİN AKLAŞTIRDIĞI SAÇLAR

    Muğla'nın Milas ilçesinde yaşayan orta yaşlı bir adam, bir gece, hayatının akışını değiştiren dehşetli bir rüya görür.
    Rüyasında adam kendi ölümünü görmüştür. Öldükten sonra, vücudu teneşirde yıkanmış, kefelenmiş ve mezaradefnedilmiştir.
    Rüya çok net ve berraktır. Adam mezara konulup yapılan dualar ve okunan Kur'an-ı Kerim ile birlikte üzeritopraklandıktan sonra kapkaranlık bir yerde yapayalnız kalır. Bir müddet sonra bulunduğu kabrin sağ tarafındanbir menfez açılır ve içeriye iki kişi girer. Bunlar kendilerinin kabirdeki sual melekleri olan "Münker ve Nekir"olduğunu söylerler.
    Bu melekler, adamı alıp bulunduğu menfezden geçirerek başka bir yere ***ürürler. ***ürdükleri yerde adamınönüne hemen bir terazi ve yanına da bir miktar üzüm koyarlar. O sırada karşıdan gelen bir adam belirir.Münker ve Nekir, Milaslı bu çiftçiden, karşısındaki adama üzüm satmasını söylerler.


    "Ölçtüğünüz zaman dürüst olun, tam ölçün.
    doğru terazi ile tartın.
    Bu hem ticaretiniz için daha hayırlı,
    hem de akibet yönünden de daha güzeldir."
    (Kur'an-ı Kerim, İsra 35)
    Münker ve Nekir melekleri adamın sağ ve solunda muhafız gibi durarak satışa nezaret ederler.Kendisinin alış-veriş sırasında tartıda çok az bir haksızlık yaptığını gören Melekler, onu hemen tezgâhın başındanaldıkları gibi çok büyük bir kapının yanına getirirler. Kapı, kale kapısı gibi çok büyüktür.Kapının yanına gelir gelmez kapı kendiliğinden açılır.
    Rüya sahibinin o anda gördüğü manzara çok korkunçtur. Kapının öbür tarafında müthiş bir yangın ve alevleriniçerisinde cayır cayır yanan insanlar vardır. İnsanlar bir taraftan yanmakta, bir taraftan da vücutları tazelenmektedir. Yanan insanların çıkardıkları canhıraş feryatları yürek dayanacak gibi değildir.
    Münker ve Nekir melekleri, adama bu dehşetli manzarayı gösterdikten sonra tekrar bir meydanın ortasınagetirirler. Kendisine, biraz önce alışveriş sırasında işlediği suçun cezasının demin gördüğü gibi yanarak mı, yoksa başka bir şekilde mi verilmesini istediğini sorarlar.Adam, gördüğü o müthiş yangın manzarasındaki dehşetten ve bundan daha büyük bir ceza olamayacağı düşüncesiyle ateşe razı olmayıp bir başka cezaya razı olduğunu söylemesi üzerine, birden bire vücudundayüzlerce derece bir hararetin başgösterdiğini bütün dehşetiyle hisseder.Dayanılmaz bir ıstırap, çekilmesi mümkün olmayan acı ve azap başlamıştır. Adamcağız, çektiği acının tesiriyleavazı çıktığı kadar feryad ve figan etmektedir.
    (Rüyadan gerçek hayata, yani rüyayı gören adamın evine döndüğümüzde, adam hakikaten de avazı çıktığıkadar bağırmakta, ortalığı ayağa kaldırmaktadır. Vakit gece yarısıdır. Adamın karısı ve bitişik odadaki ikiyetişken oğlu bu korkunç çığlıklara uyanırlar. Sesler mahalleyi de inlettiğinden konu-komşu pürtelaş adamınevinde toplaşırlar. Adam ile hâlâ çığlık çığlığa feryada devam etmektedir.Herkes uğraşmakta fakat adamcağız bir türlü uyandırılamamaktadır.)
    Dönelim tekrar rüyaya... Adamın içine düşen yangından vücudu fokur fokur kaynamakta ve acı içindekıvranmaktadır. Çektiği acı tahammül sınırının çok ötesindedir.
    Bir müddet geçtikten sonra, Münker ve Nekir'in işaretiyle ceza sona erdirilir ve adam çağrılarak şöyle denilir."İşte gördün ve anladın ki, dünyada yapılan ufacık bir hatanın, adaletsizliğin ahiretteki cezası bu.Şimdi seni hayata, yaşadığın dünyaya iade ediyoruz. Bundan sonra hayatını bu gerçeğe göre tanzim et.Katiyyen en küçük dahi olsa bir haksızlık, adaletsizlik yapma."
    Bu müsaadeden sonra, adamcağız rüyasından gözleri yerinden fırlamış, beti benzi atmış, kan ter içinde uyanır.Ama bundan da önemlisi, adamın yüzünde, etrafını çevreleyen mahalle halkını hayret ve şaşkınlık içinde bırakanbir görüntü vardır. Siyah saçlı bu adamın bütün saçları, biraz önce rüyada gördüklerinin dehşetinden bir andabembeyaz olmuştur.
    Evet bembeyaz...
    Milaslı bu adamı görüp hadiseyi nakledenlerin ifadesine göre, şimdi artık o, dehşetin aklaştırdığı saçlarıylahayatını kılı kırk yaracasına hassas yaşamakta, bundan sonraki menzili olan kabir aleminde kendisine faydasıolacak salih amellerin, güzel, hayırlı işlerin peşinden koşmaktadır.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:33 pm

    ***Cömertlik Ve İylikSeverlik Acıklama ve Guzel Bir Hikaye..*******

    AYETLERLE VE HADİSLERLE AÇIKLAMALAR

    Yüce Allah buyuruyor ki
    Münafıklardan, "Allah bize bol ve yaygın nimetinden verirse, and olsun ki yoksul ve düşkünlere sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız" diye Allah'a soz verenler vardır
    Allah (c c ) onlara bol ve yaygın nimetinden, verdiğinde ise cimrilik ederek yoksul ve düşkünlere vermeleri gerekeni vermediler, Allah'a ibadet ve tâatten yuz çevirdiler Zaten onlar dönek kişilerdir"
    -Tövbe sûresi, âyet 75,76-

    Yukarıdakı âyet Hâtıp oğlu Sa'lebe hakkında inmiştir

    Sa'lebe bir gun Peygambere vararak O'ndan Allah'a, kendisine mal vermesi için dua etmesini rica eder Sevgili Peygamberimiz (sav) de, "Ey Sa'lebe" der "Az mal, gereğini yerine getirmek bakımından çok maldan daha hayırlıdır "

    Tekrar başvuran Sa'lebe, "Ey Muhammed" der "Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a and olsun ki Allah (c c ) bana bol mal ve servet bahşederse şüphesiz ki yoksul ve düşkünlere hakkını vereceğim "

    Bunun üzerine Peygamber (s av) Sa'lebe'nın mal ve servete kavuşması için Allah'a yalvarıp yakardı.Ondan sonra Sa'lebe ilkin bir koyun edindi.Zamanla o bir tek koyundan öylesine buyuk bir koyun surusu türedi ki, suru artık şehir içine rahat rahat gıremıyecek duruma geldi

    Bu durum karşısında Sa'lebe surusunu alıp bir ova duzune mekân kurdu Artık sadece koyun surusunu çoğaltmakla uğraşıyordu Camide cemaatle birlikte namaz kılmamaya başlamıştı Hatta haftada bir cumaya bile gitmez olmuştu

    Günlerden bir gun Pegamber (sav) Sa'lebe'nın hiç görünmediğini söyleyerek nereye gittiğini sordu Sa'lebe'nın buyuk bir servet sahibi olduğunu, hatta bir ova duzunu kaplayan koca bir koyun sürüsüne sahip olduğunu öğrenince de, "Yazıklar olsun'" diyerek kendisine zekât toplamakla görevli ıkı memurunu gönderdi.Mem***ar butun mu`mınlerden zekât toplarken hiçbir güçlükle karşılaşmıyorlar Herkes zekâtını seve seve veriyordu Sıra Sa'lebe'ye geldi, mem***ar şimdiye kadar birikmiş diğer zekâtları da hatırlattılar

    Artık gözlerini mal ve servet hırsı buruyen Sa'lebe "Ne bu?" dedi "Benden haraç mı ıstıyorsunuz? Şimdi gıdın de ben bir düşüneyim?" İşte bunun üzerine "Münafıklardan, Allah bize bol ve yaygın nimetinden verirse, and olsun ki yoksul ve düşkünlere sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız" diye Allah'a soz verenler vardır

    "Allah (c c ) onlara bol ve yaygın nimetinden verdiğinde ise cimrilik ederek yoksul ve düşkünlere vermeleri gerekeni vermediler, Allah'a ibadet ve tâatten yuz çevirdiler Zâten onlar dönek kişilerdir" diyen âyet inmistir

    Arkasından Sa'lebe ne kadar tutuyorsa butun zekatını getirdi ise de, Peygamber (s av), "Allah senin malının zekatını kabul etmemi yasak etmiştir" diyerek geri çevirdi.Zekâtının geri çevrilişi karşısında Sa'lebe başını yerden yere vurmaya başladı. Ama faydası yoktu Peygamberimize butun yalvarıp yakarmaları boşunaydı Kılı kırk yapan Allah adaletinin eşsiz tatbıkçısı olan O buyuk insan ona şöyle cevap veriyordu, "Sana Allah'ın emrini bildirdim, karşı çıktın Bu hareketinin cezasını çekeceksin "

    Peygamberimiz buyuruyor ki Sahabıler Peygamber'e sordular

    "Ey Allah Rasûlu Sız bu dünyadan ayrıldıktan sonra artık bizim için yerüstünde kalmak (yaşamak) mı, yoksa yeraltına göçmek (ölmek) mı daha iyidir?" O da şöyle cevap verir

    "Devlet büyükleri en iyileriniz, en cömert ve iyilik severleriniz olduğu zaman ve işleriniz aranızda danışılıp görüşülerek yürütüldüğünde, sızın hesabınıza yerin üstünde kalmak (yaşamak), yerin altına göçmek (ölmek) ten daha iyidir

    Devlet büyükleri en kötüleriniz, zenginleriniz, en cimrileriniz olup işleriniz de kadınlarınızın eline duştuğu vakit ise sızın hesabınıza yerin altına göçmek (ölmek), yerin üstünde kalmak (yaşamak) tan daha iyidir "

    -Mev'ıze-


    Peygamberımız buyuruyor ki

    "Cömertlik kökü Cennette, dalları da bu dünyada boy salmış (meyvalı) bir ağaçtır Onun bir dalına tutunan kimseyi o doğru Cennete sokar Cimrilik ise kökü Cehennemde dalları bu dünyada boy salmış (kısır) bir ağaçtır Onun bir dalına tutunan kimse de kendim Cehennemde bulur"

    Peygamberimiz buyuruyor ki

    "Bir yudum su bile olsa gerek kendiniz, gerekse ölmüşleriniz için sadaka verin Buna gucunuz yetmiyorsa Kur'ân'dan bir âyet okuyunuz Kur'ân'dan bir şey okumasını da bilmiyorsanız, Allah'tan affınızı dileyiniz"

    -Hayat-ul Kulub-

    Peygarnberimiz buyuruyor ki

    "(Bir) sadaka, yetmiş t***u kötülüğün kapısını kapatır Ona kat sevap kazandıran, Yetmiş kat sevap kazandıran, Yedi bin kat sevap kazandıran Birincisi yoksul ve düşkünlere verilen sadakadır.İkincisi akrabaya, uçuncusu mu'mın kardeşlerinize, dördüncüsü de ılım tahsili peşinde koşanlara verilen sadakadır"

    Bu sıralamamızı şu âyet kuvvetlendirmektedir

    "Allah yolunda mallarını harcayanlar, her başağı yuz taneli yedi başak bitiren bir (tohum tanesine) benzer (Verimli bir tohum tanesi gibi kat kat sevap kazanır ) Allah (c c ) dilediğinin sevabını kat kat yapar O'nun lutfu ve hazinesi gayet bol ve geniştir O herkesin ne yaptığını bilendir "

    -Bakara sûresi, âyet 261-

    Peygamberimiz diyor ki

    "Malı olan malının, ilmi olan ilminin, kuvveti olan da kuvvetinin sadakasını versin"

    -Camıul Ezhar-

    Peygamberimiz diyor ki

    Yüce Allah (c c ) yeryüzünü yarattığında yer harekete geçerek uzayıp yayıldı.Allah (c c ) üzerine dağları yaratıp pekleştırdı.Bu yaratma olayı karşısında şaşırıp kalan meleklerle Allah (c c ) arasında şu konuşma geçer

    Melekler

    Ya Rabbı, yarattıkların içinde dağlardan daha dehşetli bir varlığın var mı?

    Allah

    Evet, demir

    Melekler

    Ya Rabbı, pekıı, demirden daha dehşetli bir yarattığın varmı?

    Allah

    Evet, ateş,

    Melekler

    Ya ateşten başka?

    Allah

    Evet, su

    Melekler

    Sudan başka

    Allah

    Evet var, rüzgâr

    Melekler

    Peki iyi, rüzgârdan da daha muhteşem bir yarattığın da var mı?

    Allah

    Evet var, insanoğlu Çunku o sağ elinin verdiği sadakayı sol elinden gizleyerek verir

    Evet saklı verilen sadaka,rüzgârdan daha dehşetli ve daha tesirli yaratıktır.Çunku sadakanın saklı verilişi,hiçbir fani varlık öfkesinin denk olamayacağı sınırsız Allah öfkesini teskin eder.Nitekim yüce Allah (c c ) şöyle buyuruyor

    "Zekât (ve sadaka) larınızı başkalarının gözlerinden saklayarak fakire verirseniz, sızın için daha sevap kazandırıcı olur "

    Eski mu'mınler sadaka ve zekât vermedıkı gizlilik prensibine o derece bağlıydılar ki bazıları mahsus zekât ve sadaka verenin kım olduğunu anlamasın diye sadakalarını âmâ(kör) fakirlere verir, bazıları fakirin uyumasını kollayarak cebine koyarlar, bazıları da fakirlerin sık sık geçtiği yollar üzerine atarlar ıdı

    Mev'ıze

    Peygamberimiz diyor ki

    Omur boyunca dilencilik eden kışı, Kıyamet gunu, yuzu etsiz (utanma duygusundan mahrum) olarak Allah'ın huzuruna gelir

    Ibn-ı Ömer'e göre Kıyamet gunu dilencinin yüzünde et olmaması demek, obur dünyada bir sürü rezillik ve sıkıntılarla karşılaşması manasını taşır.Çunku aslında dilencilik helâl olur.Bundan da şüphesiz ki asıl olan yine haramlıktır.Çunku kışı dilencilik ederken şu uç kotuluğu de Birlikte işlemiş olur

    Dilencilik eden kışı ilk olarak Allah'tan şikayetçi olduğunu meydana vurmaktadır Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz Bir adam düşününüz ki her ihtiyacını gidermekle mükellef olan zengin birinin yanında çalışıyor Böyle bir adam dilencilik etti mi,her şeyden önce patronu bulunan kimsenin şanını düşürmüş olur İşte kul da dilencilik etti mi, yüce Allah'ın yüce sânına leke sürmeye kalkışmış oluyor demektir Bu durum da dilenciliğin haram olmasını gerektirir.Yalnız zaruret halinde olu eti yemek helâldir başka yapılcak yol yoksa.

    Dilencilik etmek, ikinci olarak da, kişinin Allah'tan başka birinin onunde kendi kendini kuçuk düşürmesi ve aşağı görmesi demektir Halbuki mu'mın Allah'tan başka herhangi bir fâni varlığın karşısında kendini kuçuk duşurmez

    Uçuncu olarak da dilenen kışı çoğu zaman kapısını çaldığı kimseyi rahatsız etmektedir Çoğu kimseler dilenciye verdiklerim içinden gelerek vermezler Çunku verseler içlerinde "malım eksildi" duygusu belirir, vermeseler adlarının cimriye çıkmasından utanırlar Birincisinde malın eksilmesi, ikincisinde de itibarın zedelenmesi soz konusudur ki, her ıkısı de kişide huzursuzluk doğurur Bu açıdan bakılınca da zaruri haller dışında, dilencilik etmenin haram olduğu ortaya çıkıyor

    Sonra bir de şu var Kışı dilenciyi boş çevırmese bunu ya utandığından, ya da ötekine berikine karşı gösteriş olsun diye yapar Böyle olunca da alanın, aldığı haramdır

    Ey saadet yolcusu! Eğer sen dilenciliğini burada sıraladığımız mahz***arını iyice kavradıysan, sevgili Peygamberin bu sozunu de anlarsın, "Kışının dilencilik etmesi, dince en çirkin hareketlerden biridir.Dince çirkin sayılan hareketler ise zarurî haller dışında helâl olmaz"

    Bak gor ki sevgili Peygamberimiz (s av) dilenciliğe nasıl ad takmıştır "Dince çirkin bir hareket "

    Açık-seçık biliyoruz ki, dince çirkin sayılan hareketler ancak zarurî durumlarda helâl ol***ar

    Dini bilginlerimiz dilenciliğin ne zaman helâl olacağı noktasında goruş ayrılıklarına sahiptir Kimi, bir gun ve bir gecelik yiyeceği içeceği olan kimsenin dilencilik etmesi haramdır, diyor, kimi çalışıp kazanabilecek durumda olan kimsenin, eğer butun vaktini ilme harcayan âlim peşinde koşan bir talebe değilse, dilenmesi helal değildir, diye söylüyor Kimi de bu konuda bizim bir takım ölçüler koymamız mumkun değildir, araştırmalar yaparak bir neticeye varabiliriz, diyorlar

    Peygamberimiz diyor ki

    Allah'ın zenginliği gibi zenginlik isleyiniz Sahabıler sorarlar "Nasıl bir zenginlik bu, ey Allah rasulu? " O da, "Bir gun ve gecenin yiyeceğine sahip olmaktır" diye cevap verir

    Peygamberimiz diyor ki

    Elli lira parası veyabuna denk altını olup da dilenen kışı, boşuna dilenmiş olur

    Bir başka rivayete göre ise "kırk lirası olan" denilmektedir

    Ölçülerdeki rivayetlerin değişik olması, durumlara göre hukum vermeyi gerektirmektedir.Bir gun, bir gecelik yiyeceği olmayan, giyeceği bulunmayan, yatacak yerden mahrum kimsenin şüphesiz ki, dilenmesi helâldir Fakat yırrnıdort saatlik yiyeceği olup da ilerisi için dilencilik edene gelince bu uç durum arzeder

    Birinci durumda dilenci, bugün için değil fakat yarını için muhtaçtır

    İkinci durumda dilenci, kırk veya elli günden sonra muhtaç duruma düşecektir

    Uçuncu durum ise, bir yıl sonrası için muhtaç duruma düşecektir

    Kesin olarak hemen söyleyelim ki kendisinin ve çocuklarının bir yıllık ihtiyacını karşılayacak kadar yemekliği (yiyeceği) olan kimsenin dilenmesi haramdır Çunku bu durumda dilenmeye kalkışan kimsenin gayesi zengin olmaya çalışmak demektir Yok eğer bir yıllıktan daha az yemekliği varsa (meselâ bir ıkı aylık yemekliği varsa), aynı zamanda yemekliği bittiğinde yine dilenebilecek durumda ve kendisine yardım eden zenginler de temelli olarak bir başka yere geçmeyecekler ise, kışının yine dilencilik etmesi helâl değildir Çunku o anda dilenmeye muhtaç değil, üstelik de yarına çıkacağına dair elinde bir sened yok Yirmidört saatlik kendimi ve çocuklarını doyuracak yiyeceği olan kimse ise dilencilik ettiği takdirde ihtiyaç fazlasını dilenmiş olur ki, bu haramdır

    Muhtaç duruma düşeceği zamanda kendisine yiyecek verecek olan zenginlerin temelli olarak başka yere göçeceklerini bilen kimsenin ise, yiyeceğinin bitmesini beklemeden dilenmesi helâldir Çunku dilenmeyi sonraya bırakınca tamamen yoksul düşeceğinden korku duyarak bir yıl yaşaması mümkündür.Burada adı geçen geciktirmenin belirli bir suresi yoktur, o artık dilencinin görüşüne ve gönlünün vereceği fetvaya bağlıdır Ne kadar zaman sonra dilenciliğe başlayacağına kendi karar verir ve onunla da şeytanın kışkırtma ve korkutmalarına hiç kulak asmadan amel eder Çunku Cennetlik şeytan insanoğluna daima fakirliği vaadeder, ancak zarurî hallerde helâl olabilen dince çirkin hareketleri de işlemeyi emreder

    Gerçekten sadece zaruret olunca dilencilik helâldir Çunku kişi çalışamaz durumda olup da aç kalmış ve açlıktan ölmekten de korkuyor ise dilencilik etmesi helâldir Neden? Çunku dilencilik de çalışamaz durumda olan bir kimse için bir çeşit kazanç yoludur Nitekim

    Peygamberimiz (s av) şöyle buyuruyor

    "Dilencilik, (çalışamaz durumda olan bir kimse için) artık baş vurulacak en son kazanç yoludur" Çalışamaz durumda olan kışı eğer dilenciliği de bırakır da açlık yüzünden olurse Allah katında günahkâr olur Çunku bile bile kendim açlık tehlikesinin kolları arasına atmıştır Eğer kişiyi açlıktan kurtarıp da kendisine eski kuvvetini geri getiriyorsa, işte bu durumda dilencilik etmek kişi hesabına bir çeşit kazanç yoludur Bu duruma düşen kimsenin dilencilik etmesi kuçuk duşurucu bir durum değildir Kuçuk duşurucu durum ihtiyaç sahibi olmadan dilencilik yoluna saparak, çalışıp çabalamadan kolayca kazanma zihniyetine sahip olmaktır

    Bir gunluk yiyeceğe sahip olan kışının dilencilik etmesi haramdır. Çunku bu zaruret olmadan başkaları karşısında kendini kuçuk düşürmektedir Üstelik "Dilencilik, (çalışamaz durumda olan bir kimse için) artık başvurulacak en son kazanç yoludur" diyen hadise de aykırı bir harekettir

    Mecalisi Rumi

    BUDA HİKAYEMİZ MUMİN KARDESLERİM

    Bir Vakit israilogullarini ard arda bir kac yıllık kıtlık basmıştı.Bu Öylesine görülmedik bir kıtlıktıki çoğu aileler bir kuru ekmege bile hasret cekiyorlardı
    İşte o sıralarda İsrailoğullarından bir kadın bir gün evinde tam bir iki lokmalık kuru ekmegini agzina atacagi esnada muhtac birisi kapisi calar ve "Ne Olursunuz Aclıktan ölüyorum bana Allah rızası için bir lokme Ekmek" Der
    En azından bir lokma ekmek diye kapsını calan muhtac kimse kadar ac olan iyiliksever kadın lokmayi tutan elini agzindan geri cevirir ve "buyrunuz" der.
    İyiliksever kadın yanında kücük cocugu oldugu halde bu olay bir kac gun sonra evinde yakmak icin vadiye calı çırpı toplamaya cikar .Fakat basina muthis bir bela gelir.Yavrusunu bir kurt kapip hizla kacmaya baslar.Talihsiz kadin aci bir ciglik basarak kurdun ardindan kosmaya baslar.
    Kadın hizla kosmaktan ve yirtinircasina aglamaktan dermani kesilerek külce halinde yere yiğildigi sirada sinirsiz kudretiyle herseyi yapmaya kadir oLan yüce Allah (c.c) Cebrail vasitasiyle irden onun imdanina yetisiverir.Cebrail (a.s) hemen kurdun agzindan neye ugradgini anlamayan cocugu kurtari ve anasinin yanina getirir.Kadın ayilinca cocugu kendsiine teslim eder Ve Allah (c.c) adina söyle der "Ey iyilik verser kadin!evladini kurtarmamdan hosnutmusun Bu Sana verdigin bir Lokma kuru ekmege karsilik Allah`ın Bahsettigi bir Lokma Derecesindeki Kücük bir İyiliktir"

    Tefsir-i Hanef-i

    ALLAH`IN SELAMI UZERİNİZE OLSUN..
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:33 pm

    Yuzunu Niye Sakladin MUS`AB?


    Mus'ab Bin Ümeyr... (r.a.)

    Her delikanlının ruh hayatında bir çizgi bırakacak Mus'ab Bin Ümeyr... (ra)

    Daha işin başında Mus'ab Bin Ümeyr...

    Medine-i Münevverede Resul-i Ekrem'in SAV atmosferiyle daha çok genç yaşta tanışmıştı...

    Resul-i Ekrem SAV O'na buhulu gözlerle bakıyordu... Ağlamaklıydı...

    İnandığı dava uğruna herşeyi feda etmiş, çevresindeki bütün güzellikleri, sahte güzellikleri tepmiş...

    Yumuşak aile hayatını, güzel sözleri, annenin onu okşamasını feda etmiş...

    Belki günlerdir ağzına tek lokma koymamış...

    Mekke sokaklarında en iyi, en güzel kıyafetlerle gezen, muhteşem yakışıklı Mus'ab Bin Ümeyr, üzerinde bir deriden yapılmış çul ile yerde ama dimdik ayakta oturuyordu...

    Resul-i Zilşan SAV ağlamaklı gösteriyordu O'nu...

    "ŞUNU GÖRÜYORSUNUZ DEĞİL Mİ" !!!!!!? (ALLAH-U EKBERRRRRRRR BAĞIRIN ALLAH'IN KULLARI AMA GÖNÜLDEN HAYKIRIN)

    "GÖRÜYORUZ YA RASULALLAH" (DOLU DOLU GÖZLERLE ASHAB HAYKIRDI)

    Resul-i Zilşân SAV Efendimiz dedi ki; "MEKKE'DE BEN BUNDAN DAHA AZİZ BİR DELİKANLI BİLMİYORDUM, HERKES BUNA BAKARDI, SÖZÜYLE, GÖZÜYLE HERKESİN DİKKATİNİ ÇEKEBİLECEK MAHİYETTEYDİ, ALLAH VE RESULU İÇİN HERŞEYİNİ HERŞEYİNİ FEDA ETTİ"

    Öyle bir fedakarlık söz konusuydu ki Uhud'dayken Mus'âb, Resul-i Zilşân'a ait bir kıyafeti giymişti sırtına... İbni Kamie Resullah'ı yaraladıktan sonra Mus'âb'ı görmüştü... O'nu Resullah sanmış, karşısına dikilmişti... O'nun (r.a) başına, koluna, kanadına indireceği kılıçları Resul-i EKREM SAV'e indireceğini sanıyordu...

    Mus'ab daha 30'na gelmemişti, henüz delikanlılık çağında sayılırdı... Resul-i Zilşân SAV'in libasını Mus'âb giyince, elleri kırılasıca ibni kamie Mus'âb'ın başına dikilmiş, O'nu RESULALLAH SAV sanmıştı... Mus'âb, sözüyle, sesiyle, görüntüsüyle RESULALLAH SAV Efendimiz'e çok benziyordu...

    Elleri kırılasıca Kamie kaldırdığı kılıcını bayrak tutan Mus'âb'ın sağ eline vurunca, Mus'âb "Ve ma muhammedün illa rasul kad halet min kablihir rusül" diyordu... Bu söz bir ayettir ancak Mus'âb'ın bunu söyledi esnalarda bu ayet daha nazil olmamıştı... Bu ayet Mus'âb'ın ağzından nazil oldu... Kıyamete kadar da Mus'âb'ın sağ kolu kesilirken söylenen bu söz Kur'ân'da ayet olarak okunacaktır. (Ali imran 144)

    Bayrak yere düşmesin diye sol koluna bağrına basıyordu onu ve bir kılıç sol koluna da inince yine "Ve ma muhammedün illa rasul kad halet min kablihir rusül" (muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir)" diyordu...

    Kolu da kesilince düşmesin bayrak yere diye bağrıyla tutmaya çalışıyordu fakat bir kılıç darbesi daha boynuna inince bayrağın üzerine yıkılıyordu Mus'ab...

    Manzara hissin ötesindedir......

    Resul-u Ekrem SAV şüheda arasında aradı Mus'âb'ı buldu... Gözlerinde yaş hıçkıra hıçkıra şu ayeti söylüyordu...

    "ALLAH kullarından öyle kimseler vardır ki, ALLAH'a verdikleri sözü erkekçe yerine getirirler"

    Bu ayet sanki Mus'âb'ı anlatıyordu...

    Mus'âb yüzünü saklamıştı, Mus'âb yüzünü kumun altına sokmuştu...

    Değerlendirici şöyle değerlendiriyor...

    "Beni Resul-i Ekrem SAV zannederek şehit ettiler, şayet yüzümü görürlerse O olmadığımı anlarlar ve bu savaş meydanında Resul-i Ekrem'i ararlar. Beni Resulallah sansınlar diye yüzümü sakladım, yüzümü görmesinler diye sakladım"

    Yüzünü saklamıştı Mus'âb...

    Hayatının bir gayesi vardı, O'nun gayesi, o gayeyi ona veren Resul-i Ekrem uğrunda kendisini feda etmekti...

    Feda edip, aziz olarak, aziz bir şehid olarak aşkla meşk olmaktı...

    Neydi acaba onda bu duyguyu meydana getiren husus?

    ALLAH'a inanması, ALLAH'a imanın neşvesi içinde ahiret meselesidir...

    Ebedi hayattır...

    Ebedi hayat meselesi olmasa, bir insanın ölmesinin manası olmayacaktır...

    Kolunu vermenin bir manası olmayacaktır...

    Boynunu vermesinin bir manası olmayacaktır...

    Boşu boşuna bir kahramanlık olacaktır şehid olmak...

    Ama O'nun ulvi bir davada kolunu vermesi...

    Ulvi bir davada boynunu vermesi...

    Öyle bir fedakarlık ve öyle bir inanmışlıktır ki...

    Bunun sevabını tartacak mizan veya terazi bilmiyoruz...

    Onu ahirette ALLAH C.C. tartacak...

    Ve ALLAH mükafahat ihsan edecektir...

    "Ya siz ALLAH'a dönmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz? Hepiniz döneceksiniz"

    Belki içimizden birileri boynunda prangalarla dönecek...

    Belki içimizden birileri buraklar üzerinde uçarak, şerefle dönecekler...

    Yüzünü niye sakladın MUSAB?

    ALLAH RASULUNE ZEVAL GELMESİN DİYE.....

    İşte Musab gibi insan ötesi insanlar da ALLAH'a dönecek....

    Bütün beşer saf saf dönecek...
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:33 pm

    Nursi'nin Mezarini Taşiyan Askerler Konuştu!!!

    Bediüzzaman’ın mezarını gizlice taşıyan askerler yıllar sonra konuştu. Kefeni de bedeni de çürümeyen cenazenin taşınmasını kimlerin neden istediğine dair ilginç iddialar var.

    1960’ın 12 Temmuz’u… Vakit, gece yarısına yaklaşıyor. Urfa’daki Halil İbrahim Dergâhı’ndan balyoz sesleri yükseliyor. Etrafı askerlerle çevrili türbede, 111 gün evvel vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yatıyor. İhtilal komitesi üstadın mezarını taşıma kararı almış. Ancak balyozları tutan askerler mermeri bir türlü kıramıyor. Nihayetinde komutan sesleniyor: “Mezarı kim kırarsa 30 gün izin.” Pehlivan lakaplı Yusuf öne çıkıyor: “Ben kırarım.” Orada kimin yattığından ne onun ne de diğer askerlerin haberi var. Verilen emir gereği Pehlivan Yusuf olanca gücüyle balyozu sallıyor. Önce mermer kırılıyor, sonra toprak kazılıyor. Said Nursi’nin naaşı bozulmamış kefeniyle kabirden çıkarılıyor.

    Bediüzzaman Said Nursi’nin 84 yıllık hayatı sıkıntılarla geçti. Mahkeme mahkeme, şehir şehir dolaştırılıp durdu. Birçok işkenceye maruz kaldı. Kadir Gecesi’ne denk gelen 23 Mart 1960 tarihinde İpek Palas Oteli’nde vefat etti. Ardından on binlerin duası eşliğinde Hz. İbrahim Makamı’na defnedildi. Vefatından üç gün önce Isparta yolunda talebelerine “Bunlar beni anlamadı.” dedi. Bu sözleri adeta vefatından iki ay sonra gerçekleşecek olan 27 Mayıs 1960 ihtilalinin habercisiydi. İhtilal olmuş ve Adnan Menderes’i idam sehpasına ***üren süreç başlamıştı. İhtilali yapanlar Bediüzzaman’ı vefatından sonra da rahat bırakmadı. Yeni iktidar mezarın taşınmasına karar verdi. Urfa’dan naaş önce uçakla Afyon’a, oradan da Isparta’ya ***ürüldü. Askerler Bediüzzaman Hazretleri’ni taşımakla görevlendirildi. Bu sürece şahitlik eden erlerden biri Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde, diğeri Gaziantep’in Nizip ilçesinde, bir diğeri ise İstanbul’da yaşıyor. Pehlivan Yusuf ise üç buçuk ay kadar önce vefat etmiş. Said Nursi’nin naaşını taşıyan uçaktaki muhabere subayı ise Bursa’da ikâmet ediyor.

    KEFENİ HİÇ ÇÜRÜMEMİŞ

    12 Temmuz gecesi türbeyi 100 civarında asker kuşatır. İçeriye kimse alınmazken bekçilerin de dışarı çıkmasına izin verilmez. Onu ziyarete gelenler birer avuç toprağı hatıra olarak yanlarında ***ürmeye başlayınca Adana’dan getirilen mermerlerle mezarın üstü kapatılır. Gece yarısı kabri taşımak için gelen askerler balyoz darbelerine rağmen bu mermerleri kıramaz. Yusuf Hayal (1 Aralık 2005’te vefat etti) “Ben kırarım.” diyerek başlar vurmaya. Dişleriyle 50 kilogramlık çuvalları taşıyan, tek başına bir arabayı 10 dakika boyunca kaldırarak hareket etmesine izin vermeyen Yusuf Hayal, balyozu her indirişinde mermerden de parçalar ayrılır. Mezarın üstündeki toprağı kürekle dışarı atar. Ve kefene sarılı beden ortaya çıkar.

    Yusuf Hayal’in kendine anlattıklarını aktaran eşi Emine Hayal, “İçini açmamışlar ama kefen hiç çürümemiş. Aynen bugün konulmuş gibi. Sık sık anlatırdı bize Yusuf. Kendi elleriyle naaşı çıkartmış. Adanalı bir arkadaşı galiba ona yardım etmiş.” diyor. Bu sahnelere şahitlik edenlerden biri de Elbistanlı Tahir Aktaş’tır: “Türbenin etrafı abluka altına alınmıştı. Askerden başka hiç kimse yoktu. Biz kabre 5-6 metre mesafedeydik. Gördüğüm kadarıyla cenaze sanki bugün defnedilmiş gibiydi. Bakıştık birbirimizle. Merak ediyoruz kim çıkıyor diye. Mübarek adamın ismini hiç işitmemiştik. Ama cenazenin çürümemiş olmasından dolayı tüylerimiz diken diken oldu.”

    Askere gitmeden önce köylerinde ceset çıkardıklarını, köylünün kokuya dayanamayarak oradan kaçtığını anlatan Aktaş, “Ama bu mübarek insan çıktığında yeni konulmuş gibiydi. 3 ay 21 gün önce vefat ettiği düşünülünce çürümüş olması lazımdı. Ancak kefende bedeni aynen duruyordu.” diyor.

    Yusuf Hayal’in anlattıklarını, asker arkadaşı Şenol Başaslan ise şöyle aktarıyor: “Gümüşhaneli Yusuf’a mezarın yerini göster, oradan nasıl çıkarttın diye sordum. Beni ***ürdü. Mezarın yerini bir iki gün sonra gösterdi. O zaman anlattıklarına inandım. Askerdim, cahildim ama Bediüzzaman Hazretleri’ni seviyordum. Bana ‘Hiç leke yok. Aynen bugün konmuş gibi’ demişti. Kefen toprağa girdikten hemen sonra çürür. Ama o üç aydan fazla kalmış. Mübareğin kefeni çürümemiş.” Başaslan, kırılan mermer parçalarını da alaydaki yemekhane kapısının ardında gördüğünü kaydediyor. Daha sonra nereye ***ürüldüğüne dair bilgisi ise yok. Yusuf Hayal’in mermeri kırmasından ötürü hak ettiği izni 30 günden 45’e çıkartılır. Bir ay kadar önce çıktığı Gümüşhane’nin Demirören köyüne yeniden döner.

    TABUT, C-47 UÇAĞINA SIĞMADI

    Halilürrahman Dergâhı’nda (Hz. İbrahim Makamı) bir saat içinde yaşanır tüm bunlar. Tabut bir arabaya yerleştirilip Şanlıurfa Alay Komutanlığı’na nakledilir. Askerî konvoy nizamiye kapısında durdurulurken sadece Bediüzzaman’ın naaşının olduğu arabanın girmesine izin verilir. Küçük havaalanında Diyarbakır’dan gelen C-47 nakliye uçağı beklemektedir. Uçaktaki dört kişiden pilot Ahmet Kırlay, muhabereci Kadri Özkartal ve diğer ekip gece yarısı apar topar kaldırılıp Urfa’ya yönlendirilir. Kadri Bey’in eşi Hikmet Özkartal taşınan kişinin Bediüzzaman olduğunu daha sonra öğrendiklerini söylüyor. “Biz şehit var sanmıştık. Ama Bediüzzaman Hazretleri olduğunu öğrenince tüylerimiz diken diken oldu.”

    Tabut, bu uçağa sığmaz. Naaş, daha küçük bir tabuta yerleştirilir. Yusuf Hayal ve arkadaşlarına ikinci bir emir verilir: “Büyük tabutu şehrin dışında bir yerde yakın.” Benzinle yakılmaya çalışılır, ancak tabut bir türlü alev almaz. Askerlerin bu şaşkınlığını Yusuf Hayal’in eşi Emine Hanım şöyle anlatıyor: “Benzini dökmüşler ama yakamamışlar. Vilayetin dışında bir yere ***ürmüşler. Tabutuna kaç teneke benzin döktük ama yakamadık derdi. Sonra tabutu oraya gömüyorlar. Bunları üzülerek anlatırdı. O mübareği nereye ***ürdüler hiç bilemiyordu.”

    Gece yarısı Afyon Havaalanı’na inen uçağı vali ve yaklaşık 15 asker karşılar. Buradaki askerlerden biri de Nizipli Ahmet Çam’dır. Isparta’nın merkezindeki 58’inci Tümen Karargâh Bölüğü’nde nizamiye nöbetçisidir. “Biraz atıcı, vurucu olduğumuz için bizi alıp ***ürdüler. Muhafız olarak gittik, muhafız olarak geldik.” diyen Çam, subayların havaalanında kendilerine katıldığını aktarıyor. Bir ambulansa yerleştirilir Bediüzzaman’ın naaşı. Peşine de 3-4 tane askerî araç takılır. Araçlar dağların arasından süzülüp sessizce yol alır. “Nereden gittiğimizi bilmiyoruz. Dağların tepesiydi. Araba önümüzde gitti, arkadan askerî arabayla gittik. Anayollardan gitmedik, dağ yollarıydı. Karanlıktı.”

    3-4 saatlik yolun sonunda gece yarısını geçerken Isparta’da meçhul bir yere gelinir. Yaklaşık 10 metre ötesinde defnedilen kişinin kimliğini dahi bilmeyen Ahmet Çam’ın görevi Bediüzzaman’ı defneden askerlerin tüfeklerini beklemektir. Sabaha karşı defin tamamlanır, ancak Çam, sadece uzaktan seyreder. Defnin ardından bir yüzbaşı erlere “Hiç kimseye söylemeyeceksiniz. Sizi asarlar.” der. Bunun üzerine kimse ne geldikleri yeri, ne de defin işlemini o günlerde başkasına anlatır. Ahmet Çam, defnettikleri kişinin kimliğini günler sonra gazetelerden öğrenir.

    Tahir Aktaş, Urfa-Suruç’taki birliğine döndükten sonra ilçenin yaşlıları ile konuşarak gece yarısı gizlice kimi çıkarttıklarını öğrenir. Bediüzzaman Hazretleri hakkında bilgi aldığı kişilerden biri Bostancı köyünün şeyhidir. “Şeyh efendi hadiseyi anlatır ve ağlardı. O kadar duygulanırdı. Ondan bilgi edinmeye çalışırdım yasak olduğu zamanlarda.”

    Eski adı Höyüklü yeni adı Ecek olan köyde vekâleten karakol komutanlığını yürüten Tahir Aktaş’ın eline Said-i Nursi’nin toplanma emri verilen eserleri ulaşır: “Şehir merkezi ile pek alakamız yoktu. Köyleri dolaşırken ortaya çıkıyordu eserler. Okumayı bilen köylülerde bulunurdu genelde. Karakol komutan vekilliği yaptığım zamanlarda sık sık geçerdi elime. Said Nursi’nin eserlerinin toplanması emredilirdi yukardan. Ama ben aldığım insanlara geri verirdim. Eserler belli ki bir âlimin yazısıydı. Benim Arapça okumuşluğum vardı. Tehlikeli olmadığı belliydi. Dinî konulardan bahsediyordu. El koymanın bir anlamı yoktu.”

    26 Ekim 1959 tarihinde Van’ın Erciş ilçesinde askerliğine başlayan Tahir Aktaş, altı aylık eğitimin ardından Şanlıurfa’nın Suruç ilçesine jandarma olarak gelir. 30 aylık askerliğin ardından memleketine dönerek lokanta açar. Mermeri kıran Yusuf Hayal Van-Erciş’teki okuldan arkadaşıdır. Ancak Hayal’in birliği Şanlıurfa vilayetinin karşısında yer alan, yaklaşık 30 kişiden oluşan toplu birliktir. 72 yaşında vefat eden Yusuf Hayal 1961’de askerlik görevinin sona ermesinden üç yıl sonra Almanya’ya işçi olarak gider. 24 sene kaldığı Duisburg’da demir döküm fabrikasında çalışır. Eşi Emine Hanım’ı dönmesine 5 yıl kala yanına alır. Her altı ayda bir eşini ziyarete gelir. 1988’de İstanbul’a kesin dönüş yapan Pehlivan Yusuf, askerlikteki anılarını eşi Emine Hanım’a ve ikisi kız biri erkek üç çocuğuna anlatır. Emine Hayal, “Bediüzzaman Hazretleri’ni merak ederdi. Kitabı vardı onda, biri aldı ***ürdü. Nasıl aldı kabirden, nasıl çıkarttı onu anlatırdı. Severdi Bediüzzaman Hazretleri’ni.” diyor.

    “BENİM KABRİM BİLİNMEYECEK”

    67 yaşındaki Ahmet Çam ise Gaziantep’in Nizip ilçesine bağlı Yeniyazma köyünde ikamet ediyor. Isparta’daki askerliği bir kenara konulacak olursa yaşamı köyünün dışına taşmamış. Bediüzzaman’ın mezarı ile uğraşılmasına şaşırıyor: “Bir adamın cenazesinden asker niye korkmuş ki? Niçin nakletmiş acaba? Şaşırıyor insan. Bir adamdan niye korksun devlet.” diyen Ahmet Çam’ın iki yıl süren askerliğinin başladığı tarih de Üstad’ın vefatından tam bir yıl öncesine denk geliyor: 23 Mart 1959. Mart 1961’de de köyüne dönüyor. 68 yaşındaki Şenol Başaslan ise askerliğin ardından 1963 yılında yerleştiği İstanbul’da Denizcilik İşletmeleri’nde manevracı olarak çalışmış. Kadri Özkartal ise Bursa’da yaşıyor. Kendisi konuşmayı arzu etmese de eşi onun yaşadıkları hakkında kısa bilgiler veriyor.

    Bediüzzaman Hazretleri vefatından üç gün önce Isparta’dan talebeleri Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram ve Zübeyir Gündüzalp ile gizlice Urfa’ya geldi. Hükümet temsilcilerinin “Bir an önce ayrıl” uyarılarına rağmen, “Ben buraya dönmeye değil kalmaya geldim.” diyerek vefatını haber veriyordu. 21 Mart’ta geldiği, herkese kapısını açan, sofrasına misafirsiz oturmayan Hz. İbrahim’in makamında gözlerini yumdu. Yaşadığı yıllarda mezarının Urfa’da kalmayacağına da işaret ediyordu: “Benim kabrim çoklar tarafından bilinmeyecek.”


    BEDİÜZZAMAN’IN MEZARININ TAŞINMASINI İSTEYENLER MASONDU

    Bediüzzaman Hazretleri’nin küçük kardeşi Abdülmecid Ünlükul, Konya’da oturuyordu. Temmuz 1960’ın ilk günlerinde Vali Bey’in kendisini beklediği haberi iletildi. Odaya girdiğinde üç generalle karşılaştı: Cemal Tural, Refik Tulga ve Mucip Ataklı.

    Abisinin mezarını şark ahalisinden ziyarete gelenler arasında kaçaklar olduğu, nazik bir zaman geçirildiği söylenir. Bu yüzden İç Anadolu’da bir bölgeye nakledileceği söylenir. Israr etmemesi, buna mecbur olduğu, dilekçeyi imzalaması gerektiği ifade edilir. Ünlükul, “Bari mezarında rahat etsin.” feveranına rağmen istemeye istemeye dilekçeyi imzalar. Bu dilekçe Milli Birlik Komitesi’ne dönemin İçişleri Bakanı emekli General İhsan Kızıloğlu tarafından sunulur. Ancak komiteye talebin Abdülmecid Ünlükul tarafından geldiği, abisini ziyaret edemediğinden dolayı ikamet ettiği Konya’ya taşımak istediği aktarılır. Dilekçe metni de orada okunur. Hukuki bir sorun olmadığı da belirtilir.

    Ünlükul’u dinlemeye gerek duymayan Milli Birlik Komitesi İçişleri Bakanı’na taşıma yetkisi verir. Komite üyesi Ahmet Er, kararın alındığı toplantıda bulunmadığını ancak Cemal Tural, Refik Tulga, Mucip Ataklı ve İhsan Kızıloğlu’nun mason olduğunu iddia ediyor:

    “Kanaatimi söylüyorum. Bunlar yapabilirler. Bu isimler masondur. Komitenin içinde İslam’a karşı olanlar da vardı, olmayanlar da. Ama İslamiyet’in büyüklüğünün farkında olan hiç kimse yoktu. Dini bütün adam yoktu. Ezanın Türkçeleşmesi üzerine çok kavgalar ettik. İslamiyet havanın, suyun, ışığın girmediği yere kadar girmiş. İslamiyet hayatımızın bir parçası değil A’dan Z’ye kadar bir bütündür.”

    Milli Birlik Komitesi üyelerinin kandırılmış olabileceğini değerlendiren Ahmet Er, “O bir cinayetti. Bu kadar büyük müçtehidi nasıl rahatsız edersiniz.” diyor. Abdülmecid Ünlükul, ağlaya ağlaya mezarın taşınmasına şahitlik eder. Hatta diğer şahitlerin aktardığı gibi abisinin kefeni bugün konulmuş gibidir ve kefeni açtığında tebessüm eden yüzünü görür.

    CEMAL TURAL KARŞIMDA KALP KRİZİNDEN ÖLECEKTİ

    Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Necmeddin Şahiner, 1966 yılında Genelkurmay Başkanı olan Cemal Tural’a önce mektup yazar sonra da onu ziyaret eder. “Tural karşımda kalp krizinden ölecekti. Bir daha bana Said Nursi ile ilgili mektup göndermeyeceksin, beni aramayacaksın, kitap göndermeyeceksin dedi.” Taşınma olayının müsebbibi olarak ihtilalcileri gösteren Şahiner, Bediüzzaman’ın mezarının sadece birkaç talebesi tarafından bilinmesiyle ilgili “Bu olay Cenab-ı Hakkın, onun duasını zalimlerin eliyle kabul etmesidir.” diyor.




    2006-03-30
    Aksiyon Dergisi
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:34 pm

    Nursi'nin Mezarini Taşiyan Askerler Konuştu!!!

    Bediüzzaman’ın mezarını gizlice taşıyan askerler yıllar sonra konuştu. Kefeni de bedeni de çürümeyen cenazenin taşınmasını kimlerin neden istediğine dair ilginç iddialar var.

    1960’ın 12 Temmuz’u… Vakit, gece yarısına yaklaşıyor. Urfa’daki Halil İbrahim Dergâhı’ndan balyoz sesleri yükseliyor. Etrafı askerlerle çevrili türbede, 111 gün evvel vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yatıyor. İhtilal komitesi üstadın mezarını taşıma kararı almış. Ancak balyozları tutan askerler mermeri bir türlü kıramıyor. Nihayetinde komutan sesleniyor: “Mezarı kim kırarsa 30 gün izin.” Pehlivan lakaplı Yusuf öne çıkıyor: “Ben kırarım.” Orada kimin yattığından ne onun ne de diğer askerlerin haberi var. Verilen emir gereği Pehlivan Yusuf olanca gücüyle balyozu sallıyor. Önce mermer kırılıyor, sonra toprak kazılıyor. Said Nursi’nin naaşı bozulmamış kefeniyle kabirden çıkarılıyor.

    Bediüzzaman Said Nursi’nin 84 yıllık hayatı sıkıntılarla geçti. Mahkeme mahkeme, şehir şehir dolaştırılıp durdu. Birçok işkenceye maruz kaldı. Kadir Gecesi’ne denk gelen 23 Mart 1960 tarihinde İpek Palas Oteli’nde vefat etti. Ardından on binlerin duası eşliğinde Hz. İbrahim Makamı’na defnedildi. Vefatından üç gün önce Isparta yolunda talebelerine “Bunlar beni anlamadı.” dedi. Bu sözleri adeta vefatından iki ay sonra gerçekleşecek olan 27 Mayıs 1960 ihtilalinin habercisiydi. İhtilal olmuş ve Adnan Menderes’i idam sehpasına ***üren süreç başlamıştı. İhtilali yapanlar Bediüzzaman’ı vefatından sonra da rahat bırakmadı. Yeni iktidar mezarın taşınmasına karar verdi. Urfa’dan naaş önce uçakla Afyon’a, oradan da Isparta’ya ***ürüldü. Askerler Bediüzzaman Hazretleri’ni taşımakla görevlendirildi. Bu sürece şahitlik eden erlerden biri Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde, diğeri Gaziantep’in Nizip ilçesinde, bir diğeri ise İstanbul’da yaşıyor. Pehlivan Yusuf ise üç buçuk ay kadar önce vefat etmiş. Said Nursi’nin naaşını taşıyan uçaktaki muhabere subayı ise Bursa’da ikâmet ediyor.

    KEFENİ HİÇ ÇÜRÜMEMİŞ

    12 Temmuz gecesi türbeyi 100 civarında asker kuşatır. İçeriye kimse alınmazken bekçilerin de dışarı çıkmasına izin verilmez. Onu ziyarete gelenler birer avuç toprağı hatıra olarak yanlarında ***ürmeye başlayınca Adana’dan getirilen mermerlerle mezarın üstü kapatılır. Gece yarısı kabri taşımak için gelen askerler balyoz darbelerine rağmen bu mermerleri kıramaz. Yusuf Hayal (1 Aralık 2005’te vefat etti) “Ben kırarım.” diyerek başlar vurmaya. Dişleriyle 50 kilogramlık çuvalları taşıyan, tek başına bir arabayı 10 dakika boyunca kaldırarak hareket etmesine izin vermeyen Yusuf Hayal, balyozu her indirişinde mermerden de parçalar ayrılır. Mezarın üstündeki toprağı kürekle dışarı atar. Ve kefene sarılı beden ortaya çıkar.

    Yusuf Hayal’in kendine anlattıklarını aktaran eşi Emine Hayal, “İçini açmamışlar ama kefen hiç çürümemiş. Aynen bugün konulmuş gibi. Sık sık anlatırdı bize Yusuf. Kendi elleriyle naaşı çıkartmış. Adanalı bir arkadaşı galiba ona yardım etmiş.” diyor. Bu sahnelere şahitlik edenlerden biri de Elbistanlı Tahir Aktaş’tır: “Türbenin etrafı abluka altına alınmıştı. Askerden başka hiç kimse yoktu. Biz kabre 5-6 metre mesafedeydik. Gördüğüm kadarıyla cenaze sanki bugün defnedilmiş gibiydi. Bakıştık birbirimizle. Merak ediyoruz kim çıkıyor diye. Mübarek adamın ismini hiç işitmemiştik. Ama cenazenin çürümemiş olmasından dolayı tüylerimiz diken diken oldu.”

    Askere gitmeden önce köylerinde ceset çıkardıklarını, köylünün kokuya dayanamayarak oradan kaçtığını anlatan Aktaş, “Ama bu mübarek insan çıktığında yeni konulmuş gibiydi. 3 ay 21 gün önce vefat ettiği düşünülünce çürümüş olması lazımdı. Ancak kefende bedeni aynen duruyordu.” diyor.

    Yusuf Hayal’in anlattıklarını, asker arkadaşı Şenol Başaslan ise şöyle aktarıyor: “Gümüşhaneli Yusuf’a mezarın yerini göster, oradan nasıl çıkarttın diye sordum. Beni ***ürdü. Mezarın yerini bir iki gün sonra gösterdi. O zaman anlattıklarına inandım. Askerdim, cahildim ama Bediüzzaman Hazretleri’ni seviyordum. Bana ‘Hiç leke yok. Aynen bugün konmuş gibi’ demişti. Kefen toprağa girdikten hemen sonra çürür. Ama o üç aydan fazla kalmış. Mübareğin kefeni çürümemiş.” Başaslan, kırılan mermer parçalarını da alaydaki yemekhane kapısının ardında gördüğünü kaydediyor. Daha sonra nereye ***ürüldüğüne dair bilgisi ise yok. Yusuf Hayal’in mermeri kırmasından ötürü hak ettiği izni 30 günden 45’e çıkartılır. Bir ay kadar önce çıktığı Gümüşhane’nin Demirören köyüne yeniden döner.

    TABUT, C-47 UÇAĞINA SIĞMADI

    Halilürrahman Dergâhı’nda (Hz. İbrahim Makamı) bir saat içinde yaşanır tüm bunlar. Tabut bir arabaya yerleştirilip Şanlıurfa Alay Komutanlığı’na nakledilir. Askerî konvoy nizamiye kapısında durdurulurken sadece Bediüzzaman’ın naaşının olduğu arabanın girmesine izin verilir. Küçük havaalanında Diyarbakır’dan gelen C-47 nakliye uçağı beklemektedir. Uçaktaki dört kişiden pilot Ahmet Kırlay, muhabereci Kadri Özkartal ve diğer ekip gece yarısı apar topar kaldırılıp Urfa’ya yönlendirilir. Kadri Bey’in eşi Hikmet Özkartal taşınan kişinin Bediüzzaman olduğunu daha sonra öğrendiklerini söylüyor. “Biz şehit var sanmıştık. Ama Bediüzzaman Hazretleri olduğunu öğrenince tüylerimiz diken diken oldu.”

    Tabut, bu uçağa sığmaz. Naaş, daha küçük bir tabuta yerleştirilir. Yusuf Hayal ve arkadaşlarına ikinci bir emir verilir: “Büyük tabutu şehrin dışında bir yerde yakın.” Benzinle yakılmaya çalışılır, ancak tabut bir türlü alev almaz. Askerlerin bu şaşkınlığını Yusuf Hayal’in eşi Emine Hanım şöyle anlatıyor: “Benzini dökmüşler ama yakamamışlar. Vilayetin dışında bir yere ***ürmüşler. Tabutuna kaç teneke benzin döktük ama yakamadık derdi. Sonra tabutu oraya gömüyorlar. Bunları üzülerek anlatırdı. O mübareği nereye ***ürdüler hiç bilemiyordu.”

    Gece yarısı Afyon Havaalanı’na inen uçağı vali ve yaklaşık 15 asker karşılar. Buradaki askerlerden biri de Nizipli Ahmet Çam’dır. Isparta’nın merkezindeki 58’inci Tümen Karargâh Bölüğü’nde nizamiye nöbetçisidir. “Biraz atıcı, vurucu olduğumuz için bizi alıp ***ürdüler. Muhafız olarak gittik, muhafız olarak geldik.” diyen Çam, subayların havaalanında kendilerine katıldığını aktarıyor. Bir ambulansa yerleştirilir Bediüzzaman’ın naaşı. Peşine de 3-4 tane askerî araç takılır. Araçlar dağların arasından süzülüp sessizce yol alır. “Nereden gittiğimizi bilmiyoruz. Dağların tepesiydi. Araba önümüzde gitti, arkadan askerî arabayla gittik. Anayollardan gitmedik, dağ yollarıydı. Karanlıktı.”

    3-4 saatlik yolun sonunda gece yarısını geçerken Isparta’da meçhul bir yere gelinir. Yaklaşık 10 metre ötesinde defnedilen kişinin kimliğini dahi bilmeyen Ahmet Çam’ın görevi Bediüzzaman’ı defneden askerlerin tüfeklerini beklemektir. Sabaha karşı defin tamamlanır, ancak Çam, sadece uzaktan seyreder. Defnin ardından bir yüzbaşı erlere “Hiç kimseye söylemeyeceksiniz. Sizi asarlar.” der. Bunun üzerine kimse ne geldikleri yeri, ne de defin işlemini o günlerde başkasına anlatır. Ahmet Çam, defnettikleri kişinin kimliğini günler sonra gazetelerden öğrenir.

    Tahir Aktaş, Urfa-Suruç’taki birliğine döndükten sonra ilçenin yaşlıları ile konuşarak gece yarısı gizlice kimi çıkarttıklarını öğrenir. Bediüzzaman Hazretleri hakkında bilgi aldığı kişilerden biri Bostancı köyünün şeyhidir. “Şeyh efendi hadiseyi anlatır ve ağlardı. O kadar duygulanırdı. Ondan bilgi edinmeye çalışırdım yasak olduğu zamanlarda.”

    Eski adı Höyüklü yeni adı Ecek olan köyde vekâleten karakol komutanlığını yürüten Tahir Aktaş’ın eline Said-i Nursi’nin toplanma emri verilen eserleri ulaşır: “Şehir merkezi ile pek alakamız yoktu. Köyleri dolaşırken ortaya çıkıyordu eserler. Okumayı bilen köylülerde bulunurdu genelde. Karakol komutan vekilliği yaptığım zamanlarda sık sık geçerdi elime. Said Nursi’nin eserlerinin toplanması emredilirdi yukardan. Ama ben aldığım insanlara geri verirdim. Eserler belli ki bir âlimin yazısıydı. Benim Arapça okumuşluğum vardı. Tehlikeli olmadığı belliydi. Dinî konulardan bahsediyordu. El koymanın bir anlamı yoktu.”

    26 Ekim 1959 tarihinde Van’ın Erciş ilçesinde askerliğine başlayan Tahir Aktaş, altı aylık eğitimin ardından Şanlıurfa’nın Suruç ilçesine jandarma olarak gelir. 30 aylık askerliğin ardından memleketine dönerek lokanta açar. Mermeri kıran Yusuf Hayal Van-Erciş’teki okuldan arkadaşıdır. Ancak Hayal’in birliği Şanlıurfa vilayetinin karşısında yer alan, yaklaşık 30 kişiden oluşan toplu birliktir. 72 yaşında vefat eden Yusuf Hayal 1961’de askerlik görevinin sona ermesinden üç yıl sonra Almanya’ya işçi olarak gider. 24 sene kaldığı Duisburg’da demir döküm fabrikasında çalışır. Eşi Emine Hanım’ı dönmesine 5 yıl kala yanına alır. Her altı ayda bir eşini ziyarete gelir. 1988’de İstanbul’a kesin dönüş yapan Pehlivan Yusuf, askerlikteki anılarını eşi Emine Hanım’a ve ikisi kız biri erkek üç çocuğuna anlatır. Emine Hayal, “Bediüzzaman Hazretleri’ni merak ederdi. Kitabı vardı onda, biri aldı ***ürdü. Nasıl aldı kabirden, nasıl çıkarttı onu anlatırdı. Severdi Bediüzzaman Hazretleri’ni.” diyor.

    “BENİM KABRİM BİLİNMEYECEK”

    67 yaşındaki Ahmet Çam ise Gaziantep’in Nizip ilçesine bağlı Yeniyazma köyünde ikamet ediyor. Isparta’daki askerliği bir kenara konulacak olursa yaşamı köyünün dışına taşmamış. Bediüzzaman’ın mezarı ile uğraşılmasına şaşırıyor: “Bir adamın cenazesinden asker niye korkmuş ki? Niçin nakletmiş acaba? Şaşırıyor insan. Bir adamdan niye korksun devlet.” diyen Ahmet Çam’ın iki yıl süren askerliğinin başladığı tarih de Üstad’ın vefatından tam bir yıl öncesine denk geliyor: 23 Mart 1959. Mart 1961’de de köyüne dönüyor. 68 yaşındaki Şenol Başaslan ise askerliğin ardından 1963 yılında yerleştiği İstanbul’da Denizcilik İşletmeleri’nde manevracı olarak çalışmış. Kadri Özkartal ise Bursa’da yaşıyor. Kendisi konuşmayı arzu etmese de eşi onun yaşadıkları hakkında kısa bilgiler veriyor.

    Bediüzzaman Hazretleri vefatından üç gün önce Isparta’dan talebeleri Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram ve Zübeyir Gündüzalp ile gizlice Urfa’ya geldi. Hükümet temsilcilerinin “Bir an önce ayrıl” uyarılarına rağmen, “Ben buraya dönmeye değil kalmaya geldim.” diyerek vefatını haber veriyordu. 21 Mart’ta geldiği, herkese kapısını açan, sofrasına misafirsiz oturmayan Hz. İbrahim’in makamında gözlerini yumdu. Yaşadığı yıllarda mezarının Urfa’da kalmayacağına da işaret ediyordu: “Benim kabrim çoklar tarafından bilinmeyecek.”


    BEDİÜZZAMAN’IN MEZARININ TAŞINMASINI İSTEYENLER MASONDU

    Bediüzzaman Hazretleri’nin küçük kardeşi Abdülmecid Ünlükul, Konya’da oturuyordu. Temmuz 1960’ın ilk günlerinde Vali Bey’in kendisini beklediği haberi iletildi. Odaya girdiğinde üç generalle karşılaştı: Cemal Tural, Refik Tulga ve Mucip Ataklı.

    Abisinin mezarını şark ahalisinden ziyarete gelenler arasında kaçaklar olduğu, nazik bir zaman geçirildiği söylenir. Bu yüzden İç Anadolu’da bir bölgeye nakledileceği söylenir. Israr etmemesi, buna mecbur olduğu, dilekçeyi imzalaması gerektiği ifade edilir. Ünlükul, “Bari mezarında rahat etsin.” feveranına rağmen istemeye istemeye dilekçeyi imzalar. Bu dilekçe Milli Birlik Komitesi’ne dönemin İçişleri Bakanı emekli General İhsan Kızıloğlu tarafından sunulur. Ancak komiteye talebin Abdülmecid Ünlükul tarafından geldiği, abisini ziyaret edemediğinden dolayı ikamet ettiği Konya’ya taşımak istediği aktarılır. Dilekçe metni de orada okunur. Hukuki bir sorun olmadığı da belirtilir.

    Ünlükul’u dinlemeye gerek duymayan Milli Birlik Komitesi İçişleri Bakanı’na taşıma yetkisi verir. Komite üyesi Ahmet Er, kararın alındığı toplantıda bulunmadığını ancak Cemal Tural, Refik Tulga, Mucip Ataklı ve İhsan Kızıloğlu’nun mason olduğunu iddia ediyor:

    “Kanaatimi söylüyorum. Bunlar yapabilirler. Bu isimler masondur. Komitenin içinde İslam’a karşı olanlar da vardı, olmayanlar da. Ama İslamiyet’in büyüklüğünün farkında olan hiç kimse yoktu. Dini bütün adam yoktu. Ezanın Türkçeleşmesi üzerine çok kavgalar ettik. İslamiyet havanın, suyun, ışığın girmediği yere kadar girmiş. İslamiyet hayatımızın bir parçası değil A’dan Z’ye kadar bir bütündür.”

    Milli Birlik Komitesi üyelerinin kandırılmış olabileceğini değerlendiren Ahmet Er, “O bir cinayetti. Bu kadar büyük müçtehidi nasıl rahatsız edersiniz.” diyor. Abdülmecid Ünlükul, ağlaya ağlaya mezarın taşınmasına şahitlik eder. Hatta diğer şahitlerin aktardığı gibi abisinin kefeni bugün konulmuş gibidir ve kefeni açtığında tebessüm eden yüzünü görür.

    CEMAL TURAL KARŞIMDA KALP KRİZİNDEN ÖLECEKTİ

    Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Necmeddin Şahiner, 1966 yılında Genelkurmay Başkanı olan Cemal Tural’a önce mektup yazar sonra da onu ziyaret eder. “Tural karşımda kalp krizinden ölecekti. Bir daha bana Said Nursi ile ilgili mektup göndermeyeceksin, beni aramayacaksın, kitap göndermeyeceksin dedi.” Taşınma olayının müsebbibi olarak ihtilalcileri gösteren Şahiner, Bediüzzaman’ın mezarının sadece birkaç talebesi tarafından bilinmesiyle ilgili “Bu olay Cenab-ı Hakkın, onun duasını zalimlerin eliyle kabul etmesidir.” diyor.




    2006-03-30
    Aksiyon Dergisi
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:34 pm

    BEBEK VE ANNESİ..


    Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarısaçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıylabir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en canayakınkız çocuğuydu. Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve Cennet kokusunuiçine çekmek için eğildiğinde:- 'Dokunma bana...' diye bir ses duydu. 'Beni okşamaya hakkın yok senin.'Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içerdekimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allahım!.. Yenidoğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.- 'Bana yaklaşmanı istemiyorum' diye devam etti. 'Hemen uzaklaş benden.'Kadın, biraz olsun kendini toplayarak:- 'Çocuklarımız hep erkek oluyor' dedi. 'Onlar da güzel ama kız çocuklarıbaşka. Bu yüzden seni öpmek istedim.'- 'Beni öpemezsin' diye ağlamaya başladı bebek. 'Benim de seni öpemeyeceğimgibi.'- 'Neden?' diye sordu kadın. 'Neden öpemezsin ki?' Bebek, hıçkırıklaraboğulurken:- 'Bunun sebebini bilmen gerekir' dedi. 'Düşünürsen mutlaka bulacaksın.'Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel birhastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesibulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerdenbir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken:- 'Geçmiş olsun hanımefendi' dedi. 'Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha..!Sahî, 'kız'mış aldırdığınız.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:34 pm

    YeşIl Elbise


    Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.

    - Gel seni camiye gotüreyim,dedim.Bugün Cuma biliyorsun.

    - Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi

    - Biliyorum ama, sebebini gerçekten merak ediyorum.

    - Ne bileyim olmuyor işte,dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup,
    dizleri çıkar diye endişe ediyorum.
    Gayri ihtiyari gülmeye başladım.

    - Herhalde şaka yapıyorsun,bunun için cami terkedilir mi?

    - Ciddi söylüyorum, dedi. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün
    olduğumu bilirsin.

    Gerçekten öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka
    yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.

    - Peki, dedim. Hayatında hiç camiye gitmedin mi?

    - Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim, dedi. Hem o yaşlarda
    dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık
    camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.

    Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma
    pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık. Onunla
    konuşmamızdan 2 ay sonra,kendisinin camide olduğunu söylediler.
    Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve
    üzerinde yine yeşiller vardı.

    Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:

    - Hani,dedim. Camiye gelmeyecektin?

    Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil
    örtülü bir tabut içinde yatıyordu.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 3 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:35 pm

    LOKMAN HEKİM..

    LOKMAN HEKİM
    Hazret-i Lokman Allah'ın veli kullarından, güzel konuşan, hikmet sahibi salih bir kişiydi. Kur'an'da ondan övgüyle bahsedilmektedir. Davud Aleyhisselâm zamanında yaşamıştır. Siyah renkli bir köle idi. Fakat pek güzel sözleri, geniş bilgisi ve üstün halleri vardı. Bir sohbet sırasında adamın biri ona şöyle demişti:

    - Sen bir koyun çobanıyken, insanlar sözlerini neden önemsiyorlar?

    - Ben gözümü harama kapadım, dilimi tuttum, az yemekle yetindim, sözümü yerine getirdim, beni ilgilendirmeyen şeylere karışmadım, sustum.

    Hz. Lokman'ın efendisi, bir koyun kesip en iyi tarafından iki parçasını kendisine getirmesini istemiş. O da kestiği koyunun dilini ve kalbini kesip getirmiş. Sonra da bir koyun daha kesip en kötü iki parçasını atmasını istemiş. O da kestiği koyunun dilini ve kalbini koparıp atmış. Efendisi bu işe bir anlam vermeyip sebebini sorunca şöyle demiş:

    - İyi oldukları zaman dilden ve kalpten iyisi yok, kötü oldukları zaman da onlardan kötüsü yoktur!

    - İnsanların hangisi daha alimdir? demişler.

    - İnsanların bilgisinden yararlanıp kendi bilgisini arttırandır, demiş.

    Şu hikmetli sözler ona aittir:

    - Dört yerde dört şeyi korumak, iki şeyi unutmamak, iki şeyi de unutmak gerekir. Korunacak şeyler: Namazda gönül, halk içinde dil, yemekte boğaz, el evinde göz. Unutulmayacak şeyler, Allah'ın büyüklüğü ve ölümdür. Unutulması gerekenler de, birine ettiğin iyilik ve sana yapılan kötülüktür.

    Hz. Lokman bir gün Davud Aleyhisselâm'a uğradığında, onun demirden halkalar yapıp birbirine geçirdiğini görmüş. Bunun ne olduğunu merak edip sormak istemişse de, konuşmak yerine susup sabretmiş. Biraz sonra Davud Aleyhisselâm demir zırhını tamamlayıp üstüne giyince işin aslı anlaşılmış. Hz. Davud ona dönerek:

    - Bu elbise savaşta darbelere engeldir, deyince Hz. Lokman da:

    - Sabretmek güzel şeydir, üzüntüyü giderir, demiş.

      Similar topics

      -

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 10:18 pm