KARDELEN KOLEJİ FORUMU

Hoşgeldiniz

Join the forum, it's quick and easy

KARDELEN KOLEJİ FORUMU

Hoşgeldiniz

KARDELEN KOLEJİ FORUMU

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kardelen Koleji Forumu


    Dini Hikayeler

    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:19 pm

    Emirü’l-müminîn Hasan bin Ali -radıyallâhu anhümâ-’nın, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’den naklettiği bir hadis-i şerifte:

    “Sadece malı için bir kadınla evleneni, Allahü Teala fakir eder. Güzelliği için evlenen güzelliğinden fayda görmez. Dini için onunla evlenirse, o kadın erkeğe bereket olur.” buyurulmuştur.

    Hifa, Medine-i Münevvere’de, güzelliği dillerde dolaşan, genç ve zengin bir kadın idi. Bir gün Peygamber Efendimiz’in -sallallâhu aleyhi ve sellem- huzuruna gelip:
    “-Ya Rasulullah, bana, beni Cennete ***ürecek bir iş öğret!..” dedi.

    Herkesin durumuna ve ihtiyaçlarına göre nasihatlarda bulunan İki cihan güneşi Efendimiz:

    “-Bir an önce evlenmeni tavsiye ederim. Böylece dininin diğer yarısını emniyete alırsın.”

    buyurdular.

    Hifa Hanım:

    “-Ya Rasulullah, bana kim küfüv (denk) olabilir? Beni, Habeş hükümdarı Necaşi istemişti. Ubeydullah yüz deve ve daha bir çok şey mehir olarak vaad etmişti. Ben onu da kabul etmemiştim. Siz kimi münasip görürseniz, razıyım.” dedi.

    O sırada gönlünden, Peygamber Efendimizin kendisini müminlerin annelerinden kılacağı ümidi geçiyordu.

    Rasulullah kimseyi gücendirmemek için:

    “-Yarın sabah, mescide ilk önce gelen kimse ile bu hanımın nikahını kıyacağım.” buyurdular.

    Sabahleyin, Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- mescide ilk önce gelecek kimseyi bekliyordu.
    Birden kapıda Süheyb -radıyallâhu anh- göründü. Son derece güzel ve zengin bir kadın olan Hifa’nın aksine, Süheyb, kimsesiz, fakir, siyaha yakın renkli, çelimsiz, görünüşü hoş olmayan bir kimse idi.

    Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah namazından sonra, Hifa Hatun’u çağırdı ve durumu bildirdi. Hifa, Allahü Teâla’nın kazâsına ve Allah Rasulü’nün tavsiyesine gönül hoşluğu ile râzı oldu. Bunun üzerine Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hutbe okudu ve:

    “-Ey Süheyb, kalk, hanımın için çarşıdan bir şey al!” buyurdu. Süheyb:

    “-Ya Rasulallah, bir dirhem gümüşüm bile yok!” dedi.

    Hifa Hatun, kocasına 10 bin dirhem gümüş hediye ettiğini söyledi. Peygamber Efendimiz, Süheyb’i pazara gönderdi. Düğün için gerekli şeyleri alıp dönen Süheyb’e:

    “-Ey Süheyb, şimdi de hanımının elinden tut ve onu evine ***ür!” buyurdular. Süheyb çaresiz boynunu büktü ve:

    “-Ya Rasulallah, benim evim mesciddir, nereye ***üreyim?” dedi.

    Yüzü güzel olduğu gibi, kalbi de güzel olan Hifa:

    “-Filan yerdeki konağımı sana bağışladım. Kalk, beni oraya ***ür!” dedi.

    Allah’ın Rasülu ikisine de dua etti ve ashab-ı kiramla birlikte bu yeni aileyi yolcu ettiler. Hifa Hatun ve Süheyb -radıyallahu anhuma- yemeklerini hamd ederek tamamladılar. Yatacakları esnada, Hifa hatun:

    “-Ey Süheyb, ben sana nimetim, sen bana mihnetsin. Sen bu nimete şükür için, ben de bu mihnete sabır tevfikine şükür için, gel, bu geceyi ibadet ve taatla geçirelim. Sen şükür ediciler, bende sabır ediciler sevabına kavuşalım. Zira Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “Cennette yüksek bir çardak vardır. Burada sadece şükredenler ve sabredenler bulunur.” Buyurmuşlardı.” dedi.

    O gece, ikisi de taat ve ibadet ile meşgul oldular. Süheyb, ertesi gün mescide geldiğinde, Cebrail aleyhisselam, geceki hallerini Rasulullah’a çoktan bildirmişti.

    Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

    “-Ey Süheyb, geceki halinizi sen mi anlatırsın, ben mi haber vereyim?” diye sordular.

    Süheyb -radıyallahu anh-:

    “-Ya Rasulallah, siz söyleyiniz.” dedi.

    Rasulullah, olanları ve ibadetlerini anlattı. Sonra da ikisini cennet ve cemâl-i ilahi ile müjdeledi. Süheyb sevincinden o an başını secdeye koydu ve:

    “-Ya Rabbi, eğer beni mağfiret etmişsen, bir daha günah kirine bulaşmadan ruhumu kabz et!” dedi.

    Allahü Teala, duasını kabul etti ve secdeden başını kaldırmadan onun canını aldı. Olanları seyredenler şaşırmış, bir kısmı da ağlamaya başlamıştı. Peygamber Efendimiz:

    “-Size bundan daha tuhafını haber vereyim mi? Şu ân Hifâ da ruhunu Hakk’a teslim etti.” buyurdular.

    Bu iki aşk, teslimiyet ve takva âbidesinin cenaze namazını Peygamber Efendimiz bizzat kıldırdı. Ve onları yan yana defnettirdi. Başları ucuna iki tahta koyup, birine “bu, Allah Teâlâ’nın nimetine şükredenin kabridir”; diğerine de “bu Allah’ın mihnete sabredenin kabridir” yazıldı.

    RABBİM bizleride affet bizleri hakkıyla şükreden ve sabredenlerden eyle ALLLAH'IM!....(AMİN....)
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:20 pm

    Hasan anlatıyor: Bir gün etrafına halkalanan sahabilere Peygamber (s.a.v) "zekat, mal ve servetin koruyucusudur, bekçisidir" diyen hadisi söylerken yanlarına bir Hıristiyan tüccar uğradı. Zekat hakkında Peygamberimizin bütün söylediklerini dinledikten sonra kalkıp giderek zekatını verdi.
    Bu hıristiyan tüccarın bir de ortağı vardı ki, o sırada Mısır'a ticarete gitmişti. O devirde ticaret kervanlarla yapıldığından hırsızlar, sürekli olarak kervanların yolunu kesip paralarını soyuyorlardı. Tüccar da içinden şöyle geçirmişti. "Eğer Muhammed'in söyledikleri doğru ise ortağım malı ile birlikte sağ salim döner, ben de iman edip müslüman olurum. Yok eğer Muhammed yalan söyleyip de milleti kandırıyorsa, ortağım sağ salim dönmez onu yolda hırsızlar soyarlar ki, ben de o zaman kılıcımı çekip Muhammed'e cevap vereceğim."
    Bir aralık kervandan bir mektup gelir. Hırsızlar kervanın yolunu kesmiş, bütün ağırlıklarını soyup kaçmışlar. Ne mal, ne elbise, hiçbir şey bırakmamışlar.
    Mektubun bu satırlarını okur okumaz derin bir üzüntüye garkolan Hıristiyan tüccar hemen kılıcını kuşanır, Peygamber'e savaş açmak üzere yola koyulur. Tam yola çıkacağı sırada ortağı, "Arkadaşım, sakın üzülme" der. Hırsızlar kervanın önünü kestiklerinde ben kervanın epey arkasındaydım. Bana hiç bir şey olmadı. Ben ve bütün mallarımız kurtulduk. Yakında geleceğim, selamlar..."
    Bunun üzerine Peygamber'n hak ve doğru söylediğine inanan Hıristiyan tüccar, Peygamber'e (s.a.v.) vararak, "Ey Allah'ın Rasulü!.." der. "Bana İslamiyeti açıklayın iman edeceğim."
    Açıklanınca da imana gelerek, İslam bayrağı altına girer ve böylece üstün insanlık şerefini kazanmış olur.
    - Ravzatül Ulema -
    KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 214-215
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:20 pm

    Zülkarneyn (a.s), ölüm endişesi ve nefs engelini aşmaya çalışan bir kavme uğradı. Oradaki insanların elinde dünya serveti namına bir şey yoktu. Rızıklarını sebzeden temin ederlerdi. Sebzelerini korumakta çok ihtimam gösterirlerdi. Ayrıca bu kavimde herkes kendi mezarını kazar, hergün mezarını temizler ve ibadetlerini burada yapardı. Zülkarneyn (a.s.), bunların hükümdarlarını çağırttı. Hükümdar:
    "Ben kimseyi istemiyorum. Beni isteyen de yanıma gelir." dedi.
    Zülkarneyn (a.s.), bu söz üzerine hükümdarın yanına giderek:
    "Ben seni davet ettim, niye gelmedin?" dedi.
    Hükümdar:
    "Sana bir ihtiyacım yok, olsa gelirdim." cevabını verdi.
    Bunun üzerine Zülkarneyn (a.s):
    "Bu haliniz nedir? Sizdeki bu hali kimsede görmedim." deyince hükümdar:
    "Evet biz altın ve gümüşe kıymet vermiyoruz. Çünkü baktık ki, bunlardan bir miktar, bir kimsenin eline geçerse, bu sefer daha fazlasını isteyecek ve huzuru bozulacak. Onun için dünyalık peşinde değiliz." dedi.
    Zülkarneyn (a.s):
    "Bu mezar nedir? Neden bunları kazıyor ve ibadetlerinizi burada yapıyorsunuz?" diye sordu.
    Hükümdar:
    "Dünyalık peşinde koşmamak için bunu böyle yaptık. Mezarları görüp de oraya gireceğimizi hatırlayınca, her şeyden vazgeçeriz." dedi.
    Zülkarneyn (a.s.):
    "Niçin sebzeden başka yiyeceğiniz yoktur? Hayvan yetiştirseniz, sütünden, etinden istifade etseniz olmaz mı?" dedi.
    Hükümdar:
    "Midelerimizin canlı hayvanlara mezar olmasını istemedik. Bitkilerle geçimimizi sağlıyoruz. Zaten boğazdan aşağı geçtikten sonra hiç birinin tadını alamayız." diye cevap verdi.
    KAYNAK: TOPBAŞ, Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yayınları Altınoluk Dizisi 20, s. 1114-116
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:20 pm

    Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar:
    "Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana..."
    Adam telaş içinde:
    "Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..."
    "Peki ne yapmamı istiyorsun?"
    Adam yalvarır:
    "Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!"
    Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve:
    "Bu adamı hemen al. Hindistan'a bırak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya ***ürür.
    Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır:
    "Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der. Azrail (a.s) cevap verir:
    "Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle,hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki:
    "Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al!"
    "Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi."
    KAYNAK: TOPBAŞ, Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yayınları Altınoluk Dizisi 20, s. 150-151
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:20 pm

    Onun ideali, insanlığa hizmetti, yoksa insanlığın kendisine hizmeti değildi. O sebepten eline geçeni yemek yedirir, içmez içirir, yönettiği insanların mutluluğuyla mutlu olurdu.
    Yine adeti üzere bir miktar imkan biriktirmiş, çevresine de münadiler göndermişti.
    Sesleniyorlardı Medine sokaklarında münadiler:
    - Resulüllah mescidin önünde muhtaçları bekliyor. Miskin derecesinde ihtiyaç sahibi olanlar gelsin, hisselerine düşecek yardımı alsın, kimse mahrum kalmasın!
    Az sonra mescidin önüne muhtaçlar toplanmışlardı. Mutluydular. Çünkü kasıp kavuran ihtiyaçlarının hiç olmazsa bir kısmını karşılayacak imkana kavuşacaklardı.
    Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Efendimiz gelenleri şöyle bir gözden geçirdikten sonra mevcudu da hesap ederek önünden geçenlere hisselerini veriyor, onlara tebessümle bakarak mutluluğunu da açıkça hissettiriyordu.
    Mutluydu. Çünkü O'nun en büyük mutluluğu insana yardım, insana hizmetle meydana geliyordu. İşte o anda da insana hizmette bulunuyor, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gideriyordu.
    Nihayet elindeki mikan bitti, yardım isteyecek insan da bitti. Demek ki hesap iyi yapılmıştı.
    Ne var ki çok sürmedi, ötelerden kan ter içinde koşup gelen bir bedevi görüldü. Adama hem ufkuna bakıyor, hem de nefes nefese koşmaya devam ediyordu. Nihayet geldi, şöyle bir nefeslendikten sonra söylendi.
    - Yardım dağıttığınızı söylediler onun için nefes nefese koştum; ama yine de yetişemedim! Zaten hep şanssızım ben.
    Çok üzgündü yoksul adam. Anlaşılan ihtiyacı da fazlaydı. Böyle bir fırsatı mutlaka değerlendirme niyetiyle koşmuştu; ama yine yetişememişti.
    Sordular:
    - İhtiyacın çok mu fazlaydı?
    Saymaya başladı yardım alabilseydi neler alacağını.
    Hepsi de zaruri ihtiyaçtı. Demekki adamın ihtiyacı şiddetliydi. Ama Rasulüllah'ın imkanı da bitmişti. Elinde avucunda olanı tümüyle vermiş, geriye tek dirhem bile kalmamıştı. Şimdi ne olacaktı?
    Efendimiz şefkatle baktı bedeviye. Sonra da beklenmeyen teklifini yaptı yoksul adama:
    - Üzülme ihtiyaçlarını yine alacaksın. Hem de hiçbirini bırakmaksızın!
    - Nasıl? Diyerek heyecanlandı yoksul adam. Efendimiz kelimelere basa basa konuştu:
    - Şimdi buradan kalk, şehrin içine dal, ihtiyaçlarını nerede bulursan al ve aldığın satıcılara da de ki:
    - Mal bana ait, parasını ödemek de Resulullah'a! Allah'ın Resulü ödeyecektir. İstediğimi verin!
    Resulüllah (sas) böylece verecek parası olmayınca muhtaçların borcunu yükleniyor, bir fırsatını bulup da ödeyeceğini düşünerek insanına böyle yardımda bulunuyor, insana hizmeti böyle en öne alıyordu.
    Adam sevinçle çarşının yolunu tuttu. Zihninde neleri alacağının hesabını yaparak heyecanla gidiyordu.
    Olaya şahit olan Hazreti Ömer, fedekarlığın bu kadarına razı olamamış gibiydi.
    Nihayet düşüncesini dile getirmekten kendini alamadı da dedi ki:
    - Ya Resulellah! Sen gücünün yettiğiyle mükellefsin, yoktan da vermekle değil. Elinde olanı tümüyle dağıttın, geriye bir şey kalmadı. Neden başkalarının borçlarını da yükleniyor, onların ihtiyaçlarını da karşılamak zorunda bırakıyorsun kendini? Bu kadarı da fazla değil mi?
    Bu sözlerden hiç de memnun olmayan Resulüllah'ın yüzündeki tebessümün kaybolduğu görüldü. Halbuki o ana kadar çok mutluydu, tebessümü hiç eksik etmemişti.
    Bu defa da masum bir adam söze karıştı;
    - Ya Resulallah sen Ömer'e bakma ver, Allah da sana verir, dedi.
    Bu söze memnun olan Resulüllah'ın tebessümü tekrar yüzünde belirdi, 'fedekarlığa devam et' sözünden memnun olduğu anlaşılıyordu.
    KAYNAK: Şahin, Ahmed, Yaşanmış Örnekleriyle Aradığımız İslam, Zaman Cep Kitapları, 3, Feza Gazetecilik, İstanbul 2001
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:21 pm

    Hz. Musa, miraçta Peygamber Efendimize (s.a.v.), "Ümmetimden öyle insanlar gelecek ki, benden evvel gelseydi peygamberlik semasında görürdünüz." sözünü hatırlatarak, "Ya Muhammed (sav), bu sözüne delil isterim" demiş.
    Efendimiz, İmam-ı Gazali Hazretlerini çağırmış, o ruhanîyeti ile temessül etmiş. Hz. Musa "Sen Kimsin?" diye sormuş. İmam-ı Gazali "Abdullah oğlu, Ahmet Oğlu" diyerek bütün seceresini saymış ve sonunda "Gazali" demiş. Hz. Musa: "Niçin bu kadar uzattın, baştan söyleseydin ya Gazali" deyince, İmam-ı Gazali: "Ya Musa, Allah (c.c.) Tûr dağında sana "O elindeki nedir?" diye sorunca, sen hemen "Asadır" demedin, "Ya Rabbi ben bunu şuralarda kullanırım, bu şundan yapılır" diye anlattıktan sonra "Bu asadır" dedin" demiş. Hz. Musa "Ben o zaman Rabbimle konuşuyordum, o konuşmayı uzatabilmek, o fırsatı değerlendirmek için öyle söyledim." diye cevap vermiş. İmam-ı Gazali: "Ya Musa, sen öyle bir fırsatı değerlendirmek için sözü uzatırsın da, ben Allah'ın ulül azm bir peygamberi ile konuşma şerefine ermişken hiç sözü kısa tutar mıyım?" deyince Hz. Musa, "Ya Muhammed, sözünde haklıymışsın." demiş.
    * * *
    Allah, o büyükleri tanımaya, onlara karşı haddini bilmeye, onların yollarına ve yaptıkları hizmetlerde onlara yardıma insanımızı ve insanlığı muvaffak eylesin.


    KAYNAK: AKAR, Mehmet; Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 26-27
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:22 pm

    Hz Lût (a.s), Arap yarımadasını puta tapıcılıktan alıkoymak, ortaksız ve tek bir Allah'ı tanıtmaya çağıran ve bu mukaddes yolda büyük başarılar kazanan Hz. İbrahim'in amcasının oğludur. Ömrü ve peygamberliği bugün Ürdün devletinin sınırları içinde bulunan Lût gölü çevresinde geçmiştir. Günümüzde tuzlu suların doldurduğu orta büyüklükte olan su saha, eskiden toprakları oldukça verimli bir vadi idi ve o günün önemli şehirlerini sinesinde barındırıyordu. Bu şehirlerin ikisinin adını bugün de biliyor ve yapılan ilmi kazılar sonunda izlerine rastlıyoruz.
    Şehirler; Şezum (Sodom) ve Omore (Gomore) şehirleridir.
    Hz. Lût (a.s) Şezum şehrinde oturuyordu. Şimdi size bu çevrenin ve bu çevrede dosdoğru Allah yolunun sözcülüğünü ve yılmaz mücadelesini yapan Hz. Lût'un son günlerine ait bir hikayeyi kısaca anlatacağız...
    İnsanoğlu, yolun doğrusundan bir kere çıkmaya görsün; düşmeyeceği sapıklık ve yuvarlanmayacağı uçurum yoktur. Hz. Adem'in oğlu Kabil'e yeryüzünün ilk cinayetini, üstelik öz kardeşinin canına kıydırmak suretiyle işleten şehvet hırsı, Hz. Lût'un kavmini büsbütün başka ve yüz kızartıcı bir ahlak düşkünlüğüne sürüklemiştir.
    Bu sonsuz kavim erkek erkeğe cinsi birleşmeyi (livata) vazgeçilmez, sapıkça bir huy haline getirmişlerdi. Hz. Lût'un dosdoğru yolu temsil eden bir Allah resulü sıfatıyla durmak ve yorulmak bilmez bir gayret göstererek yaptığı bütün ikazlar ve verdiği bütün acı-tatlı öğütler bu ahlak düşkünlerine zerrece bir tesir etmiyordu.
    Nihayet her şeyi daha başından bilen Ulu Allah'ın kesin ve değişmez hükmünün günü geldi. Hz. Lût'un sapık kavmi, Allah'ın başlarına vereceği karşı durulmaz bir felaketle, toptan mahvolacak ve yokluğun karanlıklarına gömülecekti.
    Ulu Allah (c.c) bu kesin kararını bildirmek ve kendisine inanmış birkaç yakını ile birlikte, son günlerini yaşayan günahkar şehirden ayrılmasını söylemek üzere Hz. Lût'a günün birinde üç tane melek göndermişti. Melekler; genç ve yakışıklı erkek kılığına girerek yeryüzüne inmişlerdi.
    Şezum (Sodom) şehrine vardıklarında doğruca Hz. Lût'un evine yöneldiler. Şehvet sapıkları şehre üç tane genç ve yakışıklı delikanlının geldiğini duyunca bir anda yollara dökülerek gelenleri görmek istediler. Meleklerin geçtiği yolun hir iki yanı, ahlak düşükleri tarafından doldurulmuştu. Tap taze erkek kılığına girmiş meleklere bakarken hepsi şehvet kururganlıkları içinde kıvranıyor; ağızlarından salyalar akıyordu. Azgın kalabalığın arasında yollarına devam eden melekler, Peygamber Lût'un evine vardılar. Kudurmuş ahlaksızların hiçbirisi, ele geçirip azgın şehvetlerini bir anlığına tatmin edebilmek için arkalarından kıvrandıkları gençlerin, şehirlerini ve çevrelerini toptan yok etmeyi kararlaştıran Allah'ın emri ile birlikte gelmiş melekler olduğunu bilmiyor ve düşünmüyorlardı.
    Melekler Lût'un evine varınca önce kim olduklarını söylemediler. Arkalarına takılan kalabalık evin kapısına dayanmıştı. Anlaşılmaz sözlerle bağırışıyorlar ve Hz. Lût'un evine aldığı genç delikanlıları ellerine vermesini istiyorlardı. Hz. Lût (a.s) gelen misafirlerinden utanıyordu ve kapıda bağrışan kalabalığın azgın hırslarından endişe ediyordu.
    Bir ara evinin kapısına çıktı; kudurmuş kalabalığa dündü "ey azgınlar, soysuzlar, gelenler benim olduğu kadar kendinize de aziz misafirlerdir; yani hepinizin misafirleridir. Bu kadar da mı insanlığınızı unuttunuz? Bir parça olsun kendinize geliniz." diye söze başladı.
    Kalabalıktan homurtulu gülüşmelerin geldiğini duyunca "size iki tane genç ve güzel kızımı vereyim. Gözlerinizi bürüyen şehvetinizi onlarla tatmin edin de tek beni misafirlerim karşısında rezil etmekten vazgeçerek buradan uzaklaşın" diye teklifte bulundu.
    Fakat kendinden geçmiş kalabalık hiçbir söz dinlememekte ve hiçbir teklife yanaşmamaktadır. Evin kapılarını arka arkaya zorluyor ve içerdeki gençleri istiyorlardı.
    Ağlamaklı bir çehre ile içeriye dönen Hz. Lût'a kapıdakilerin ısrarla istediği genç misafirler; melek olduklarını, Allah'ın emri üzerine geldiklerini bildirdiler ve dediler ki; "Allah'ın emri artık kesindir. Yıllardan beri söz dinletemediğin bu beyinsiz halkın artık sonu gelmiştir. Birkaç saat sonra topuna gökten ateş ve ölüm yağacak ve şehirleri ile birlikte yokluğa kavuşacaklardır. Onların başlarına gelmek üzere olan bu felaket, ısrarla Allah'ın emirlerine karşı gelenlere ve Peygamberler'in verdiği öğütlerine arka dönen sapıklara bütün devirler boyunca ibret dersi olacaktır. Allah'ın sana emri böyledir:
    Gece olunca sana inananları ve yakınlarını alacak ve ölüm kokan şu lanetlik şehirden habersizce uzaklaşacak ve şu sapık halkı lanetlik akibetleri ile baş başa bırakacaksın. Sana bunları söyleme geldik."
    Allah'ın emri üzere Hz. Lût (a.s) ile inanmış yakınları meleklerin dediklerine uyarak Sodam ve Gomere'yi o gece yarısı, sezdirmeden terkettiler. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte lanetlik şehirlere ve sapık halkına gökyüzünden görülmemiş bir Allah gazabı boşalmaya başlamıştı. Ahlaksız soysuzlar neye uğradıklarını anlayamadılar. Yüce Allah (c.c.) ulu sabrını iyice kötüye kullanarak günden güne daha da azgınlaşanlara yakıcı kükürt alevleri ile taşlar yağdırıyordu. Bir kaç saniyelik afet ve ölüm saçan bir yağmur sonunda, halkın yekünü ile birlikte bütün şehirlerini ilerdeki insanlığın gözleri önüne bir ibret dersinin örneği olmak üzere harabeye çevirmiş ve yerle bir etmişti.

    Esirgeyici Allah (c.c.) cümlemizi görünür, görünmez ve aniden bastıran felaketlerden korusun, amin!..
    KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 1122-128
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:22 pm

    Hz Lût (a.s), Arap yarımadasını puta tapıcılıktan alıkoymak, ortaksız ve tek bir Allah'ı tanıtmaya çağıran ve bu mukaddes yolda büyük başarılar kazanan Hz. İbrahim'in amcasının oğludur. Ömrü ve peygamberliği bugün Ürdün devletinin sınırları içinde bulunan Lût gölü çevresinde geçmiştir. Günümüzde tuzlu suların doldurduğu orta büyüklükte olan su saha, eskiden toprakları oldukça verimli bir vadi idi ve o günün önemli şehirlerini sinesinde barındırıyordu. Bu şehirlerin ikisinin adını bugün de biliyor ve yapılan ilmi kazılar sonunda izlerine rastlıyoruz.
    Şehirler; Şezum (Sodom) ve Omore (Gomore) şehirleridir.
    Hz. Lût (a.s) Şezum şehrinde oturuyordu. Şimdi size bu çevrenin ve bu çevrede dosdoğru Allah yolunun sözcülüğünü ve yılmaz mücadelesini yapan Hz. Lût'un son günlerine ait bir hikayeyi kısaca anlatacağız...
    İnsanoğlu, yolun doğrusundan bir kere çıkmaya görsün; düşmeyeceği sapıklık ve yuvarlanmayacağı uçurum yoktur. Hz. Adem'in oğlu Kabil'e yeryüzünün ilk cinayetini, üstelik öz kardeşinin canına kıydırmak suretiyle işleten şehvet hırsı, Hz. Lût'un kavmini büsbütün başka ve yüz kızartıcı bir ahlak düşkünlüğüne sürüklemiştir.
    Bu sonsuz kavim erkek erkeğe cinsi birleşmeyi (livata) vazgeçilmez, sapıkça bir huy haline getirmişlerdi. Hz. Lût'un dosdoğru yolu temsil eden bir Allah resulü sıfatıyla durmak ve yorulmak bilmez bir gayret göstererek yaptığı bütün ikazlar ve verdiği bütün acı-tatlı öğütler bu ahlak düşkünlerine zerrece bir tesir etmiyordu.
    Nihayet her şeyi daha başından bilen Ulu Allah'ın kesin ve değişmez hükmünün günü geldi. Hz. Lût'un sapık kavmi, Allah'ın başlarına vereceği karşı durulmaz bir felaketle, toptan mahvolacak ve yokluğun karanlıklarına gömülecekti.
    Ulu Allah (c.c) bu kesin kararını bildirmek ve kendisine inanmış birkaç yakını ile birlikte, son günlerini yaşayan günahkar şehirden ayrılmasını söylemek üzere Hz. Lût'a günün birinde üç tane melek göndermişti. Melekler; genç ve yakışıklı erkek kılığına girerek yeryüzüne inmişlerdi.
    Şezum (Sodom) şehrine vardıklarında doğruca Hz. Lût'un evine yöneldiler. Şehvet sapıkları şehre üç tane genç ve yakışıklı delikanlının geldiğini duyunca bir anda yollara dökülerek gelenleri görmek istediler. Meleklerin geçtiği yolun hir iki yanı, ahlak düşükleri tarafından doldurulmuştu. Tap taze erkek kılığına girmiş meleklere bakarken hepsi şehvet kururganlıkları içinde kıvranıyor; ağızlarından salyalar akıyordu. Azgın kalabalığın arasında yollarına devam eden melekler, Peygamber Lût'un evine vardılar. Kudurmuş ahlaksızların hiçbirisi, ele geçirip azgın şehvetlerini bir anlığına tatmin edebilmek için arkalarından kıvrandıkları gençlerin, şehirlerini ve çevrelerini toptan yok etmeyi kararlaştıran Allah'ın emri ile birlikte gelmiş melekler olduğunu bilmiyor ve düşünmüyorlardı.
    Melekler Lût'un evine varınca önce kim olduklarını söylemediler. Arkalarına takılan kalabalık evin kapısına dayanmıştı. Anlaşılmaz sözlerle bağırışıyorlar ve Hz. Lût'un evine aldığı genç delikanlıları ellerine vermesini istiyorlardı. Hz. Lût (a.s) gelen misafirlerinden utanıyordu ve kapıda bağrışan kalabalığın azgın hırslarından endişe ediyordu.
    Bir ara evinin kapısına çıktı; kudurmuş kalabalığa dündü "ey azgınlar, soysuzlar, gelenler benim olduğu kadar kendinize de aziz misafirlerdir; yani hepinizin misafirleridir. Bu kadar da mı insanlığınızı unuttunuz? Bir parça olsun kendinize geliniz." diye söze başladı.
    Kalabalıktan homurtulu gülüşmelerin geldiğini duyunca "size iki tane genç ve güzel kızımı vereyim. Gözlerinizi bürüyen şehvetinizi onlarla tatmin edin de tek beni misafirlerim karşısında rezil etmekten vazgeçerek buradan uzaklaşın" diye teklifte bulundu.
    Fakat kendinden geçmiş kalabalık hiçbir söz dinlememekte ve hiçbir teklife yanaşmamaktadır. Evin kapılarını arka arkaya zorluyor ve içerdeki gençleri istiyorlardı.
    Ağlamaklı bir çehre ile içeriye dönen Hz. Lût'a kapıdakilerin ısrarla istediği genç misafirler; melek olduklarını, Allah'ın emri üzerine geldiklerini bildirdiler ve dediler ki; "Allah'ın emri artık kesindir. Yıllardan beri söz dinletemediğin bu beyinsiz halkın artık sonu gelmiştir. Birkaç saat sonra topuna gökten ateş ve ölüm yağacak ve şehirleri ile birlikte yokluğa kavuşacaklardır. Onların başlarına gelmek üzere olan bu felaket, ısrarla Allah'ın emirlerine karşı gelenlere ve Peygamberler'in verdiği öğütlerine arka dönen sapıklara bütün devirler boyunca ibret dersi olacaktır. Allah'ın sana emri böyledir:
    Gece olunca sana inananları ve yakınlarını alacak ve ölüm kokan şu lanetlik şehirden habersizce uzaklaşacak ve şu sapık halkı lanetlik akibetleri ile baş başa bırakacaksın. Sana bunları söyleme geldik."
    Allah'ın emri üzere Hz. Lût (a.s) ile inanmış yakınları meleklerin dediklerine uyarak Sodam ve Gomere'yi o gece yarısı, sezdirmeden terkettiler. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte lanetlik şehirlere ve sapık halkına gökyüzünden görülmemiş bir Allah gazabı boşalmaya başlamıştı. Ahlaksız soysuzlar neye uğradıklarını anlayamadılar. Yüce Allah (c.c.) ulu sabrını iyice kötüye kullanarak günden güne daha da azgınlaşanlara yakıcı kükürt alevleri ile taşlar yağdırıyordu. Bir kaç saniyelik afet ve ölüm saçan bir yağmur sonunda, halkın yekünü ile birlikte bütün şehirlerini ilerdeki insanlığın gözleri önüne bir ibret dersinin örneği olmak üzere harabeye çevirmiş ve yerle bir etmişti.

    Esirgeyici Allah (c.c.) cümlemizi görünür, görünmez ve aniden bastıran felaketlerden korusun, amin!..
    KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 1122-128
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:22 pm

    Şeytan'ın Vesvesesi

    "...Vesvese ilka edip, Allah' (c.c.) ın zikrinden kaçan şeytanın şerrinden, narın Rabbi olan Allah (c.c.) a sığınırım.."
    Sûre-i Nas
    Abdulkadir Geylâni "Hennas beni âdemin kalbine musallat olan, domuz suretinde bir şeytandır" demektedir.
    Günyetüttalibin
    Bu şeytandan kurtulmanın çaresi Allah-u Teâlâ'yı çok çok zikretmektir. Mezkûr ayetin karşılığını teşkil eden Hadis-i Şerifte Peygamber (S.A.V.) Efendimiz. "Şeytan ben-i âdemin kalbi üzerine yayılıp onu yutar. Ta ki zikrullaha devam etmeğe başlandığında kaçar. Zikir unutulduğu zaman tekrar kalbe yerleşmek ister. Ta ki bu hal. Zikrullahın nurû ile kalb nurlanıp mutmain oluncaya kadar devam eder."
    Allah (c.c.) Sure-i Rad'da "...Agâh olunuz ki Allah' (c.c.) ın zikriyle kalbler mutmain olur... müjdesini bizlere bildirmiştir. Anlayan kullardan eylesin Rabbim bizleri. Amin.
    - o -
    Büyüklerden biri şeytana dedi ki :
    -- Senin gibi mel'un olmak istiyorum, ne yapmam lâzım.
    Şeytan sevindi o zat'a cevap verdi :
    - Benim gibi olmak istersen, namaza ehemmiyet verme.
    - o -
    Açıktan iblis'e la'net edipde, gizlide ona itaat edenlerden olma. Ömer b. Abdül aziz (r.a.)
    Allah'ı unuttuğun an yoldaşın şeytan olur.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:23 pm

    aynı gün hoca tarafından yıkanmış, cenaze kılınıp defnedilmişti. Görgü tanıkların, akrabaların ve doktorların ifadelerine göre genç siyah saçlı, hiç bir yerinde kırık, dövülme veya işkence yeri olmadıĝı şekilde defnedilldiĝini ifade ediyorlar. Fakat gömüldükten üç saat sonra babası doktorların oĝlunun ölüme sebep olan dianoza şüphe eder ve oĝlunun kabirden çıkartılıp otopsi yapılmasına talep etmişti.

    Üç saat önce defnedilen genç çıkarıldıktan sonra, onu gören aile fertleri ve tüm akrabaları şok olmuşlar. Çünkü kabire koydukları genç idi, fakat üç saat sonra önlerinde yatan saçları bem-beyaz olan, sanki çok ihtiyar bir insanın cesedi idi. Saçları beyaz, bütün bedenine inanılmaz seviyede işkence ve azab vermenin izleri bulunuyordu. Ellerin, kolların ve ayakların kemikleri kırık vaziyette. Kaburga kemikleri kırık ve bedenin içeresine inanılmaz bir şiddetle basık durumdaydılar. Bütün bedeni ve yüzü yekpare bir morluk hale gelmişti. Kurtuluşu artık ummayan ve sonsuz acıya mazhar olduĝu açık gözlerinden ve kurumuş kandan gencin inanılmaz bir işkenceye tutulduĝunu gösteriyor. Ölen gencin akrabaları İslam âlimlere yöneldiler. Onlar da durumu öĝrendikten sonra, hepsi dilbirliĝi ile Kabir azabının ibretli bir örneĝin olduĝunu ifade ettiler. Ki Allah (c.c) ve Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) Kabir azaptan haber veriyor ve ümmeti sakındıryorlar. Şok geçiren baba oĝlunun şımarık hayat yaşayıp, çeşitli günahlarda bulunup namazlarını kılmadıĝını itiraf etti. Allahın yolunda, yani Cihadda şehid olanlardan başka ölen her bir insan Kabir imtihanından geçecektir. Kıyamet gününden önce insanı bekleyen ilk korkunç bir sınav. Peygamberimizden (s.a.v.) İmam Ahmedin rivayet ettiĝi hadis şerifte şöyle naklediliyor: Peygamberimiz, onun üzerine selat ve selam olsun buyurdu: - Ölümden sonra ölünün ruhu tekrar cesede döndürülür. Yanına da Munker ve Nekir isimli iki tane melek gelir ve sorguya çekerler: „Rabbin kim?“ Insan cevap verir: „Rabbim – Allah.“ Sonra onlar sorar: „Senin dinin ne?” O cevap verir: “Dinim – İslamdır.” Sonra onlar sorar: “Size gönderilen uyarıcı kim?” O cevap verir: „O Allahın resülüdür.” O zaman onlar sorar: “Sen bunları nereden biliyorsun?” O cevap verir: “Ben Allahın Kitabını okudum ve Ona iman ettim.” O zaman semadan ses gelir: “Kulum hakikatı söyledi, ona cennet döşeĝini serin ve önünde cennet kapılarını açın” - , sonra o çok sevinecek, cennet ferahlıĝına kavuşacak ve onun kabri göz alabildiĝi kadar geniş olacak. Kâfire ve günâhkârâ gelince onun hakkında Allah resülü, sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurdu: - ve ruhunu tekrar cesede döndürürler. Yanına da Munker ve Nekir isimli iki tane melek gelir ve sorguya çekerler: „Rabbin kim?“ O cevap verir: „Bilmiyorum.“ Sonra ondan sorulur: “Size gönderilen uyarıcı kim?” O tekrar: “Bilmiyorum” der, ve o zaman semadan gelen ses şöyle: “Bu yalancıdır, ona ateşten döşek serin ve önünde cehennem kapılarını açın!” - , o zaman onun kabrini cehennemin harareti sarar, kabri ise dar olur ve kaburgalar birbirine girinceye kadar kabir onu sıkar. Başka hadislerde söyleniyor: Sorgu esnasında Melekler kâfir olan veya günâhları çok olan müslümanı işkence edip dövecekler, ve bu işkence dehşet vericidir. Peygamberimizin (s.a.v.) de Allahdan Kabir azabından kendisini korumasını ve bu duayı herkese de emir ettiĝi rivayet ediliyor. Kabir azabı iki çeşittir: Birincisi, hiç bitmeyen Kabir azabı. Bunlar hakkında Allah Taala Kur’ani Kerimde buyuruyor: - "...o ateştir, sabah ve akşam ona giriftâr oluyorlar." Bazı azap ise bir müddet devam edip sonradan kesilen Kabir azabı. Bu tip Kabir azabı günâhkâr muslumanlar için olur, azabın şiddete ve aĝırlıĝı ise işlediĝi günâhların aĝırlıĝına göredir. 18 yaşlı genç hakkındaki hadise inanan kalpler için bir ibrettir, kalbi mühür basılmış şahıslar için de tekrar bir masal, oyun gibi gelecektir. Çünkü onlar bakıyor fakat görmüyorlar, dinliyorlar fakat duymazlar…
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:23 pm

    Hüzeyl kabilesinden Medineli Hamele, devesine binmiş, kırda gidiyordu. İlerideki vahada koyunlarını otlatan Raşid’in kızı Es’ile’yi gördü.
    Es’ile, koyunları sürerken rüzgâr yüzündeki örtüyü sıyırmış, onun sahip olduğu fıtrî güzelliği gören Hamele, fikrini bozmaya niyet etmişti.

    Sürüye yaklaşınca devesini çökertip dizlerinden bağladı, yalnız bulunan Es’ile’ye seslendi:

    – Es’ile, beni reddetme. Seninle beraber olalım.

    Es’ile’nin cevabı makuldü:

    – Buradan derhal uzaklaş. İyi niyet sahibi isen babama müracaat et. Beni eş olarak iste. O seni reddetmez.

    Fakat Hamele’de iyi niyet yoktu. Sadece geçici ve zevkli bir macera yaşamayı düşünüyordu. Es’ile’ye doğru yürüdü. Es’ile, başka çıkış yolu kalmadığını anlayınca bütün cesaret ve hiddetini toplayarak namusunu savunmaya karar verdi. Kapışmada çok sürmeden Hamele’yi yere yatıran Es’ile:

    – Def olup gidecek misin, yoksa başını parçalayayım mı? dedi.

    Hamele söz verdi. Hemen def olup gideceğini söyledi. Ne yazık ki yatırıldığı yerden kalkar kalkmaz hücumunu tekrarladı. Es’ile yine bir hamlede onu yere yatırdı. Hareketsiz hale getirerek teklifini tekrarladı.

    – Buradan def olup gidecek misin, yoksa şu taşla başını parçalayayım mı?

    Bu zor karşısında kesin söz veren Hamele, yine yakasını sıyırdı. Ne yazık ki, sözünde bu sefer de durmadı, yalnız bulduğu Es’ile’ye hücumunu tekrarladı. Es’ile güçlü ve hiddetliydi. Onu yere yıkıp göğsü üzerine çöktü. Başına yanındaki büyük bir taş parçasıyla öylesine vuruşlar vurdu ki, mütecaviz Hamele, artık yerinden kalkamaz, kalksa bile hücumunu tekrar edemez hale geldi.

    Bundan sonra koyunlarını sürerek oradan uzaklaşan Es’ile, böylece şerefini korumuş, namusuna leke kondurmamıştı. Az sonra oradan geçen bir yolcu kafilesindeki Hüzeylliler Hamele’yi tanıdılar.

    – Ne oldu sana böyle Hamele? dediler. Hamele:

    – Sormayın, devem beni yere attı, düşünce böyle oldum, dedi.

    – Deven burada dizlerinden bağlı, şu taşta da kan var, ayrıca başında da taşın açtığı yaralar görünüyor, deyince kızardı:

    – Ne diyorsam öyle, daha ne inceliyorsunuz, beni deveme bindirip evime ***ürün, dedi.

    Hamele’yi evine ***ürdüler. Birkaç gün yattıktan sonra iyi olma ümitleri kaybolmaya başladı. Kendisine sordular:

    – Başına bu durum sebebiyle ölüm gelecek olursa kimi dava edelim, kan diyetini kimden isteyelim?

    Titrek sesle açıkladı:

    – Kanımdan, Es’ile’den başkası sorumlu değildir. Bu cümle, Hamele’nin son sözleriydi. Başı yana düşüverdi.

    Hüzeyl ileri gelenleri toplanıp Resûlüllah’a geldiler:

    – Oğlumuz Hamele’nin kanını, Raşid ödeyecektir. Dava ediyoruz.

    Resûlüllah Hazretleri Raşid’i çağırttı.

    Raşid’in asıl adı Zalim’di. Resûlüllah, İslâm’a girince Zalim ismini Raşid olarak değiştirmişti. Durumu anlayan Raşid:

    – Benim öyle bir ölümden haberim yok. Ne gördüm, ne de işittim, deyince:

    – Ya Resûlâllah, Raşid’in kendi değil, kızı Es’ile’dir katil, dediler.

    Az sonra Es’ile yakalanarak getirildi.

    – Es’ile, bak senin Hamele’yi öldürdüğünü iddia ediyorlar, ne dersin?

    Es’ile dalgın, aynı zamanda tereddütlü idi. Sadece:

    – Hiç kadın erkeği öldürebilir mi? diyebildi.

    Ancak bu sözün gerçek bir müdafaa olmadığını hemen anladı. Sonra vahiy gelerek Allah’ın Resûlü’ne olayı haber vereceğini de düşündü. Hadiseyi aynen anlatmaya karar verdi.

    – Üç defa üzerime yürüdü, iki defa yatırıp söz aldım. Defolup gideceğine söz verdi. Kurtulunca üçüncü defa üzerime geldi. Ben de şerefimi ve namusumu müdafaa için başını yaraladım, bana hücum edemez hale getirerek kaçıp kurtuldum. Sonra öğrendim ki, o yaralardan ölmüş.

    Hüzeylliler hep birlikte bağrıştılar.

    – Suçunu itiraf etmiştir, diyetimizi isteriz. Resûlüllah Hazretleri de kararını açıkladı:

    – Es’ile namusunu müdafaa etmiştir. Mütecaviz Hamele de kanını heder etmiştir. Böylece dava bitmiş, diyet ortadan kalkmıştır. Hüzeylliler süklüm püklüm. Raşid ve Es’ile şen ve şatır, evlerine döndüler. Asr-ı Saadetten bir namusu koruma olayı böylece tarihe geçti, bize de ibretlerinize sunmak düştü.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:23 pm

    ALAY ETMENİN CEZÂSI
    Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç askere çağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik ve küpleri emânet edecek bir kimse bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin türbesine getirdi. Türbeyi ziyâret edip;
    "Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu hâtıraları emânet edecek bir kimse bulamadım. Bu küçük çekmeceyi zâtı âlinize emânet bırakıyorum. Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye verebilirsiniz!" diye münâcaat etti.
    Sonra çekmeceyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.
    Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve emânetini almak üzere Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. Ziyâretini yapıktan sonra, çekmeceyi koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı.
    Orada türbeyi bekleyen türbedâra;
    "Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi alıyorum." dedi.
    Türbedâr;
    "Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin yerini değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim."

    Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve emânetini alarak köyüne döndü.

    ALAY ETMENİN CEZÂSI

    Gavs-ül-Memdûh hazretleri, bir gün dergâhın önünde otururken Abdürrahîm Efendiyi huzûr-ı şerîflerine çağırdı. Şam'a gidip gitmediğini sordu. O da;
    "Gitmedim efendim" deyince;
    "Şu tarafa bak bakalım ne göreceksin?" buyurdu.
    İşâret ettiği yöne baktığında, yemyeşil bahçeleriyle, Şam'ın karşısında durduğunu hayretle gördü. Şam'ı merakla seyrettiğini gören Gavs-ül-Memdûh;
    "Abdürrahîm! Boşi köyü buradan uzakta mıdır görülebilir mi?" buyurunca, rüyâdan uyanır gibi Şam gözlerinden silindi ve hocasına;
    "O köy buraya uzaktır, görünmez efendim." diye cevap verdi.
    Bunun üzerine;
    "Doğu tarafına bak!" buyurdu.
    O anda küçük bir tepenin yamacında kurulmuş olan Boşi köyü gözünün önüne geldi. O anda köyün bir kenarında, Gavs-ül-Memdûh'un talebelerinden birkaç tânesi oturmuş sohbet ediyorlardı. Köy bekçisi de yanlarında sırt üstü uzanmış yatıyor, talebelerle alay ediyordu.
    Gavs-ül-Memdûh;
    "Abdürrahîm! Bekçinin arkadaşlarınla alay ettiğini görüyor musun?" diye sordu.
    O da;
    "Görüyorum efendim. Eğer müsâade buyurursanız hemen hakkından geleyim." diye sordu.
    Hocasının hiç cevap vermemesinden cesâretlenerek ayağını hızla bekçiye doğru salladı. Allahü teâlânın izniyle, ayağı bekçinin tam karnına isâbet etmiş ki, birden karnını tutmaya ve feryâd etmeye başladı. Bir daha vuracaktı, fakat Gavs-ül-Memdûh;
    "Yeter yâ Abdürrahîm!" buyurunca, durdu.
    Boşi köyü de gözünden kayboldu. Hocasının bu kerâmetlerine hayran kalmıştı.

    Aradan on gün geçmişti. Boşi köyünün bekçisi, yüzü sarılı bir hâlde Gavs-ül-Memdûh'un huzûruna çıkarıldı. Ağzı sol kulağına kadar eğilmişti. Eğilen taraf kırış kırış olmuş, diğer tarafı da davul zarı kadar gerginleşmişti. Bu sebeple ne ağladığı ne güldüğü, ne de konuştuğu anlaşılıyordu. Zor konuşabilen bekçi;
    "Aman yâ Hocam! Allahü teâlâyı zikreden talebelerinle alay ederken, birisi şiddetle karnıma vurdu. O anda bütün vücûdum hareketsiz kaldı. Ağzım da bu hâle geldi. Bundan böyle hatâmı anladım ve tövbe ettim. Ne olur beni affediniz ve ağzımın eski hâle gelmesi için duâ ediniz." diyerek ağladı.
    Gavs-ül-Memdûh onun bu durumuna çok üzüldü. Merhamet edip ellerini kaldırarak duâ etmeye başladı. Sonra mübârek elini bekçinin yüzüne sürdü. O anda bekçinin ağzı, Allahü teâlânın izniyle eski hâline geldi.

    Kaynak: Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas Yayınları
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:24 pm

    Birgün Server-i Enbiyâ 's.a.v.' mescidde oturmuş idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ı Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleşirdi. Eshâb-ı kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtı meşgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Alî 'r.a.' içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân 'r.a.' gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr 'r.a.' gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdı. Sultân-ı Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kirâm, Server-i kâinâtı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular.
    Buyurdular ki:
    - Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîka ta'zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, yâ kardeşim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta'zîm etdiniz, diye sordum.
    Dedi ki:
    - Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta'zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum,
    - Neden dolayı hocandır.
    Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki:
    - Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hâtırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arş altında nûrdan bir köşk içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin rûhu çıkdı.
    Bana dedi ki,
    - Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel'ûn oldu ve ben de ebedî se'âdete kavuşdum. Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi.

    Kaynak:
    Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:24 pm

    Ahmed Rufai Hazretleri, bir gün talebelerine:
    - İçinizde kim bende bir ayıp görüyorsa bildirsin, dedi.
    Müritlerinden biri:
    - Efendim, sizde büyük bir ayıp var, diye cevap verdi.
    Ayıbını talebesine soracak kadar kendini aşmış bu mütavazi insan hiç kızmadı, talebesi böyle söylüyor diye üzülmedi, belki sadece ayıbından kurtulabilmek ümidiyle sordu:
    - Söyle dedi, kardeşim, o ayıbım nedir?
    Talebe gözleri dolu dolu:
    - Bizim gibilerin size talebe olması, dedi.
    Bu söz gönüllere çok tesir etmiş, sohbette bulunan herkes ağlamaya başlamıştı. Ahmed Rufai Hazretleri de ağlıyordu. Bir ara sadece;
    - Ben sizin hizmetçinizim, ben hepinizden aşağıyım diyebildi.
    * * *
    Evet, keşke insanlar tabi olanlara bakıp, tabi olanlarda, tabi olunanı aramasalardı... Zira hem dün, hem bu gün o altın halkayı temsil eden büyüklerin etrafındaki insanlar, ne denli nezih olurlarsa olsunlar, onları gösterebilmekte çok acizdirler. Bugün dahi, bir büyük gönül erinin yanına gelip giden insanlar; idareciler, gazeteciler, din adamları, "Talebelerinin ufku hocalarının çok gerisinde." demektedirler. Zaten, o cevher farkıdır ki, sair madenleri kirlerinden arındırır.


    KAYNAK: AKAR, Mehmet; Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 65-66
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:24 pm

    Mesnevi’den: Dua hâli


    Dua edenin, ‘Rabb’im’ demesi, Allah’ın ‘Buyur ey kulum’ demesinin ta kendisidir...
    Birisi her gece kalkıp Allah’ı anıyor, O’na dua ediyordu... Şeytan-ı aleyhi lane ona dedi ki :
    - Ey Allah’ı çok anan kişi! Bütün gece Allah deyip çağırmana karşılık seni buyur eden var mı? Sana bir tek cevap bile gelmiyor, daha ne zamana kadar dua edeceksin?
    Adamın gönlü kırıldı, başını yere koydu ve uyudu. Rüyasında ona şöyle dendi:
    - Kendine gel, uyan! Niye duayı, zikri bıraktın? Neden usandın?
    Adam: "-Buyur diye bir cevap gelmiyor ki, kapıdan kovulmaktan korkuyorum, dedi. Bunun üzerine dendi ki ona:
    - Senin Allah demen, O’nun buyur demesi sayesindedir... Senin yalvarışın, Allah’ın senin ruhuna haber uçurmasındandır... Senin çabaların, çareler araman, Allah’ın seni kendine yaklaştırması, ayaklarındaki bağları çözmesindendir... Senin korkun, sevgin, ümidin Allah’ın lütfunun kemendidir... Senin her Ya Rabbî ! demenin altında, Allah’ın: " buyur "demesi vardır...
    Gafilin, cahilin canı, bu duadan uzaktır... Çünkü Ya Rabbî demeye izin yok ona... Ağzında da kilit var, dilinde de... Zarara uğradığı zaman, ağlayıp sızlamasın diye Allah ona dert, ağrı, sızı, gam, keder vermedi... Bununla anla ki, Allah’a dua etmeni, O’nu çağırmanı sağlayan dert, dünya saltanatından daha iyidir... Dertsiz dua soğuktur. Dertliyken yapılan dua gönülden kopar
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:25 pm

    Kılıç sapını kesebilirmi?? mesneviden..
    Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu. Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri aşinalık yastığına yaslanmışlardı. Konukla, Yusuf’a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.
    Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrının kaza ve kaderinden şikayetimiz yok. Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir” dedi. Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi:
    “Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle” Eski ay görünmez, sonra hilal olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi? İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilaç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
    Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı. Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu. Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrak oldu.
    Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsul verdi, ekincileri hayrete düşürdü. Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
    Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi. Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
    Bize yapayalnız, azıksız, adeta sizi yarattığımız gibi geldiniz. Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz? Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vadesi batıl mı göründü ki? Der.
    Ona konuk olacağımızı inkar ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin. İnkar etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın? Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan ***ür. Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.
    Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar. Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın. “ Tanrı yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır. O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
    Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin. Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun. Sen uyku halini, velilerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil.
    Be inatçı; veliler, Eshab’ı Kehf’dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar. Tanrı, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir. O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.
    Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur. Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.
    Yusuf “Hadi, armağanını çıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp adeta figan ederek.”Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, layık görmedim. Bir habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl ***ürebilirim?
    Sana gönül ve can bile getirsem Kirman’a kimyon ***ürmüş sayılırım. Senin, misli olmayan güzelliğinden başka bir tohum yoktur ki bu ambarda olmasın. Sana gönül nuru gibi bir ayna getirmeyi layık gördüm.
    Ey güneş gibi gökyüzünün ışığı olan güzel! Ona baktıkça kendi güzel yüzünü görürsün. Gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yüzünü gördükçe beni hatırlarsın” dedi. Koynundan aynayı çıkarıp sundu. Güzeller, aynayla meşgul olurlar.
    Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et. Varlık, yoklukta görünebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilirler. Ekmeğin saf aynası açtır; kav da çakmak taşının aynasıdır. Bir yerde yokluk ve noksan oldu mu...bu, bütün sanatların güzelliğine aynadır.
    Elbise biçilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti görünebilir mi? Budaklar yontulmamış olmalı ki marangoz onu yontsun, rendelesin... Ondan asla, yahut fer’e ait bir şey yapsın. Usta kırıkçı nerede ayağı kırılmış varsa oraya gider. Hasta ve arık kişi olmazsa tıp sanatının güzelliği nasıl görünür?
    Ey ulu kişi! Bakırların bayalığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur da zuhur eder? Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yücelik ve ululuğa aynadır. Çünkü yakinen zıt, zıddı gösterir. Ondan dolayı bal, sirke ile görünür, (sirkengebin olur)
    Kim, kendi noksanını görüp anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmül yolunda koşar. Kendisini kamil sanan, ululuk sahibi Tanrının yolunda uçamaz. Ey mağrur ve sapık! Canında kendini kamil sanmaktan daha beter bir illet olamaz.
    Senden bu kendini beğenme defoluncaya kadar gönlünden de çok kan akar, gözünden de! İblis’in illeti “Ben, Adem’den hayırlıyım” demesiydi. Bu hastalık, her mahlukta vardır. Bu hastalığa müptela olan, kendisini hor görse bile sen onu, altında pislik olan saf su bil!
    İmtihan kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su bulanır, pislik rengini alır. Ey yiğit! Irmak sana saf ve berrak görünüyor ama senin ırmağının dibinde de pislik var. Yol bilen anlayışlı pir, Nefs-i küll bağlarına ark kazıcıdır.
    Irmak, kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Tanrı bilgisiyle fayda verir. Kılıç sapını kesebilir mi? Yürü, bu yarayı bir cerraha göster. Kimse, yarasının kötülüğünü görmesin diye her yaranın üstüne sinek düşer.
    O sinekler; senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet! Eğer o yaraya pir merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir. Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya merhemin ışığı vurmuştur.
    Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:25 pm

    Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: 'Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılırmı?' Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı. Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine. Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi.

    Çok seviyordu onu... Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki... hicabından renkten renge girerdi. O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece.... Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti. Hesap ve sorgu devam ediyordu.

    Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek..... Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun " dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya açtım, Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım. "Kirpiklerinden aşağı gözyaşları dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.

    Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti. Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı." Olamaaaazzzz" diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.

    Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı? Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar... Namazım... Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı. Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu. "Namazlarım... Namazlarım... Namazlarım." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler.


    Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu. Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu. Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı. "Siz de kimsiniz ?" dedi. İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım." "Neden bu kadar geç kaldınız ? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum\"dedi.... İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı; " Sen beni hep son anda yetiştirirdin, hatırladın mı? Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu. [ Ya kılmayanlar..!?]
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:25 pm

    Hz.Ümm-i Süleym, gayet temiz ahlak sahibi bir hatun idi. Çocuğu vefat ettiği zaman, sabır ve metanetle bizzat kendisi yıkadı ve kendisi kefenledi ve bir tarafa bırakıp, komşularına dönerek:


    - Babasına haber vermeyin.



    Hz. Ebu Talha orada bulunmamaktaydı. Akşam eve döndüğünde, çocuğu sordu, hanımı:


    - Gördüğünden şimdi çok iyidir, der.



    Sonra yemek yediler, oturdular, birlikte oldular. Bir müddet sonra Hz.Ümm-i Süleym, beyine gayet metanetle şöyle der:


    - Ebu Talha, ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi etmez mi?


    - Söylediğin bu söz nasıl bir söz, elbette ki ödünç alınan şey geri verilmeli.


    - O halde, Hak Teala da sana emanetten vermiş bulunduğu çocuğu aldı.
    Ebu Talha bu sözü duyunca :


    - Biz Allah için halk edilmiş bulunuyoruz ve hep onun tarafına döneceğiz, der ve şükreder.



    Sabah olunca gidip Resulullah'a (s.a.v.) anlatır. Resulullah (s.a.v.):


    - Ya Rabbi bunun daha iyi bir karşılığını Ebu Talha'ya ver, diye dua eder.



    Nitekim, dokuz ay dokuz gün sonra Abdullah diye bir çocukları olur. Çocuk, Peygamberimizin himayelerinde büyürler, İslam Tarihinde önmeli bir şahsiyet olur.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:25 pm

    Bir zamanlar vâlilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengârenk çiçeklerle donatılmış, tam bir zevk ve sefâ yeriydi. Bir gün vâli, bu bahçeye geldi. Vâli, bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı, bir iş için dışarıya gönderdi. Kadına da dedi ki:
    -Bahçenin kapılarını kapat. Hiç bir kapı açık kalmasın!



    Kadın, akıllı ve namuslu idi. Vâlinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki:



    -Kapıları kapattım. Yanlız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gücüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum.


    -O, hangi kapıdır?


    -Bu kapı, Allahü teâlânın (Basir) sıfatıyla bizi gördüğü kapıdır. Vâli, bu sözü duyunca, pişman olup tövbe etti. Bir daha aklına böyle kötülükler getirmemek için, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin bulunduğu yere gidip, onun sohbetinde yetişti. Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu.



    Basir : Her şeyi gören.


    Allah her şeyi, herkesin yaptığını görür. Onun görmesine hiç bir şey engel olamaz. Allah'ın, kalpteki fısıltıları, beyindeki oluşumları, fikirdeki gizliliklei, kalplerdekini, zifiri karanlık bir gecede kapkara bir taşın üzerinde yürüyen simsiyah bir karıncayı ve çıkardığı sesi görür , duyar, bilir. İbadette ihlas, kulun Allah'ı görmemesine rağmen, Allah'ın onu gördüğünü bilmesi ve onu görür gibi ibadet etmesidir
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:26 pm

    Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal traşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar.Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı...

    Berber: " Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah'ın varlığına inanmıyorum."

    Adam: " Peki neden böyle diyorsun?"

    Berber: " Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terkedilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimseye acı çektirmez, birbirini üzmezdi.Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum..."

    Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü.Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki traş olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin dükkanına geri döndü.

    Adam: " Biliyor musun ne var, bence berber diye birşey yok"
    Berber: " Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim."
    Adam: " Hayır, yok. çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı."

    Berber: " Hımmm... Berber diye birşey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?"

    Adam: " Kesinlikle doğru! Püf noktası da bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!"
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:26 pm

    ADALET
    İstanbul'un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkümleri serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.

    Durum Hazreti Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti:

    - Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz.

    Hazreti Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:

    Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına ***ürmüş. Atını alıp ***ürmüş ama at da o gece ölmüş.

    Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:

    - Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş.

    Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.

    Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik'e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:

    Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana ***ürüp teslim etmek ister;

    - Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der.

    Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:

    - Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar.

    Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir.

    Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul'a Hazreti Fatih'in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:

    - Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler. (1)


    Kaynak:
    1) Büyük Dini Hkayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:26 pm

    Ağızdaki Taşın Hikmeti


    Birgün hazret-i Ebû Bekr 'r.a.', hazret-i Fahr-i âlem seyyid-i veled-i âdem Nebiyyi muhterem ve habîb-i mükerremin 's.a.v.' huzûr-ı şerîflerinde, se'âdetle otur***arken; Bir bedbaht kötü huylu kimse; bir edebsizlik edip, Ebû Bekre dil uzatıp, yakışıksız sözler söyledi. Hazret-i Server-i kâinât; o edebsiz, Ebû Bekre edebsizlik etdikce; birşey söylemez, ba'zan da tebessüm eder idi. Hazret-i Ebû Bekr; o bedbaht ve edebsizin edebsizliği haddi aşınca; zarûrî olarak gadaba gelip, birkaç söz söyleyince; hazret-i Fahr-i kâinât, se'âdetle ve devletle yerinden kalkıp, gitdi. Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' Sultân-ı Enbiyânın ardına düşüp, yetişdi ve dedi ki:

    - Yâ Resûlallah! Niçin, bir hayâsız, edebsizlik edip, gönül incitirken, susu, birşey söylemediniz. Şimdi, ben ona söyleyince, kalkıp, gitdiniz; sebebi nedir.

    Hazret-i Fahr-i kevneyn ve Resûl-i sakaleyn 's.a.v.' buyurdu ki:

    - Yâ Sıddîk! O hayâsız ve bedbaht sana dil uzatmağa başladığı zemân, Allahü teâlâ bir melek gönderdi ki, o kimseyi karşılayıp, kovacak idi. Sen, hemen gadaba geldin; söylemeğe başladın. O melek gidip, yerine iblîs geldi. İblîs-i la'înin olduğu yerde, ben durmam.

    Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' ondan sonra, vaktli vaktsiz söz söylememek için, mubârek ağzına bir taş koyar idi. Ne zemân söz söylemek lâzım gelse, evvelâ fikr ederdi. Bir söz söyliyeceği zemân, o sözü kendi kendine nice zemân düşünür, tefekkürden sonra, mubârek ağzından o taş parçasını çıkarıp, ne söz söyliyecek ise söyler idi. Sonra o taş parçasını mubârek ağzına alıp, tesbîh ve tehlîl ile meşgûl olurdu. Kimseye, hayrdan ve şerden dünyâ kelâmı söylemez, eğer kat'î lâzım ise ve çok efdal ise, söylerdi. Yoksa, gecede ve gündüzde tesbîh ve tehlîl ile meşgûl idi.
    Kaynak:
    Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:26 pm

    Ahsen-ül Kasas
    Başlıkta okuduğumuz terkip, 'Kıssaların en güzeli' demektir. Bu tâbir, Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Yûsuf aleyhisselâmın kıssası için kullanılmıştır. Bu kıssayı, ya bir tefsirden, veya onunla alâkalı bir kitaptan okumanızı tavsiye ederiz.

    Bildiğimiz sebeplerle Kenan diyarından Mısır'a getirilen Hz. Yûsuf, Yâkup aleyhisselâmın oğludur. Dedesi Hz. İshak, büyük dedesi de Hz. İbrâhim'dir. Hepsi de şirke karşı tevhîdi, küfre karşı îmânı tebliğ etmiş, Allâh'ın nûrunu kalplere nakşetmek için mücâdele etmişlerdir.

    Böylesine muazzez, mukaddes ve müberrâ bir nesilden gelen Hz. Yûsuf, aristokrat bir hayat içinde yüzen Mısır saraylarında; hayâ, edep ve terbiye âbidesi olarak insanlara örnek olmuş, aslâ gayr-i meşrû tekliflere iltifat etmemişti. Hatta ahlâksızca yapılan îmâ ve baskılara karşı Cenâb-ı Hakka, bunlardan kurtarması için yalvarıp, 'Zindan, bunların beni dâvet ettiği şeyden iyidir Rabbim, dedi.' (S. Yûsuf, 33)

    Sonra, Aziz ve arkadaşları, Hz. Yûsuf (a.s.)'un mâsûmiyetini isbat eden bütün o kat'î delilleri görmelerine rağmen, halkın dedi-kodusunu kesmek için onu zindana attılar. Hatta onunla beraber, biri hükümdârın sâkîsi, diğeri de ekmekçisi olmak üzere iki delikanlı daha hapse atıldı. Onlar, hükümdarı zehirlemeye teşebbüs etmek suçuyla itham olunuyorlardı.

    Bunlardan biri,

    - Ben rüyamda kendimi şarap için üzüm sıkıyor gördüm, dedi.

    Öbürü ise;

    - Ben de rüyamda kendimi başımda ekmek ***ürüyor, kuşlar da gagalayıp yiyor gördüm, dedi. Bize bunların tâbirini haber ver; çünkü biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz, dediler.

    Dahhak rahımehullah hazretlerine;

    - Yûsuf aleyhisselâmın iyiliği ne idi? diye sorulduğunda, şöyle cevap verdi:

    - O, dâima iyiliği tercih eder, bütün hâl ve hareketlerinde güzel ahlâkını gösterirdi: Zindandaki hastaları ziyaret eder, mahzunlara dost ve arkadaş olup onları tesellî eder, yeri dar olanlara genişlik sağlar, muhtaç olanlara yardım toplayıp verirdi.


    Yûsuf aleyhisselâm delikanlılara dedi ki:

    - Size rüyanızda rızık olarak yiyecek bir şey gelecek oldu mu, ben muhakkak onun ne olduğunu, daha size gelmezden evvel rüyanızı tâbir eder, haber veririm.

    Dikkat edilirse, Yûsuf aleyhisselâm onları, kendisine sorulanlara cevap vermezden evvel, tevhîde dâvet ve doğru yola irşad etmek istiyor. Bu dâvet ve tâbirinde doğruluğuna delâlet etmek üzere de, gaybden haber verme mûcizesini anlatıyor. Zira bütün peygamberlerin, peygamber olduklarını isbat için mûcize göstermeleri gerekir.

    Yûsuf aleyhisselâm konuşmasına devam ederek şöyle diyor:

    - Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Çünkü ben, Allâh'a inanmayan, âhireti de inkâr eden bir kavmin dînini terk ettim. Atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub'un dînine uydum. Allâh'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bizim için doğru olmaz. Bu tevhid, bize ve bütün insanlara Allâh'ın bir lûtfudur; fakat, insanların çoğu buna mukabil şükretmezler.

    Ey Benim zindan arkadaşlarım, düşünün bir kere; darma dağınık birçok rabler mi iyi, yoksa her şeyi hükmü altında tutan ve kahredici olan bir tek Allah mı?

    Sizin onu bırakıp taptıklarınız, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları kuru, mânâsız ve boş isimlerden başkası değildir. Allah, onların gerçekliği hakkında hiçbir delil indirmemiş, onlara hiçbir güç vermemiştir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

    Ey zindan arkadaşlarım, rüyalarınıza gelince; biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetvâ istemekte olduğunuz mes'ele, böylece olup bitmiştir.

    Bundan sonra Yûsuf aleyhisselâm, bu iki delikanlıdan, kurtulacağını bildiği kimseye yani sâkîye dedi ki:

    -' Beni efendinin yanında an, benden bahset.

    Fakat şeytan, efendisine onu anlatmayı unutturdu. Bu yüzden Yûsuf aleyhisselâm, daha nice yıllar zindanda kaldı. (S. Yûsuf, 35-42)

    Yani Hz. Yûsuf, Allah'tan başkasından yardım istediği için, beş yıllık mahpusluktan sonra, yedi yıl daha hapiste kaldı. Zira böyle bir istek ümmetten herhangi bir fert için gayet normal olmakla birlikte, bir peygamber için münasip değildi.

    Onun zindanda kaldığı 12 sene âyet-i kerimedeki 'üzkürnî ınde rabbik' kavl-i keriminin harflerinin miktarına müsâvidir. Bu 12 adedinde daha başka acâib sırlar da vardır:

    Burçlar, aylar on ikidir. 'Lâ ilâhe illallah' ve 'Muhammedün Resûlüllah'ın asılları da on ikişer harftir.

    Kezâ Yâkup aleyhisselâmın oğulları da 12 idi. (Rûhu'l-Beyan)

    Yûsuf aleyhisselâm, Mısır'ın iktisadî bakımdan en kritik bir devresinde yani yedi sene süren kıtlık yıllarında hazînenin başına geçmiş ve önceden aldığı tedbirlerle ülkeyi bir bâdireden kurtarmıştır.

    Hz. Yûsuf, bu güzel hizmeti yapmayı, bizzat kendisi tercih etmiştir. İlk bakışta, peygamberlik makamında bulunan bir zâtın Mısır Hükümdârı'nın emrinde (bugünkü tâbirle) Mâliye Bakanlığı yapması garip karşılanabilir; fakat, insanlığa iktisadî yönden bir hizmet verirken, kazandığı sevgi-saygı ve hüsn-i zanla en müessir bir şekilde İslâm'ı tebliğ, telkin ve tâlim etmesi, kısacası o milleti maddî-mânevî tehlikelerden beraberce kurtarması, ibret ve ders alınacak bir husustur.

    Onun içindir ki, Kur'ân-ı Hakîm'de Yûsuf aleyhisselâmın kıssasına, kıssaların en güzeli mânâsında, 'Ahsenü'l-Kasas' tâbir edilmiştir.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:27 pm

    Akşama Kadar Yaşamak


    Mekke...
    Yaşlı bir adam ve genç bir delikanlı bir köşede oturup konuşmaktalar. Önlerinde iyi giyimli bir adam belirir. Genç olanın önüne bir kese altın koyar.
    Genç:
    - Sağol, paraya ihtiyacım yok.
    - Olsun, ben sana veriyorum, ister sen harca, ister fakirere ver.
    Genç fazla ısrar etmez. Keseyi alır hemen hepsini ihtiyacı olduğunu bildiklerine dağıtır.
    Yaşlı adam aynı akşam genci bir başkasından yardım isterken görür ve sorar:
    - Niçin o bir kese altından kendine ayırmadın?
    Genç:
    -Akşama kadar yaşayacağımı düşünemezdim.
    kaan
    kaan
    Administratör
    Administratör


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 678
    Yaş : 28
    Nerden : Cehennemin Dibinden!!!
    İş/Hobiler : öğrenci-bilgisayar
    Lakap : Site Kurucusu
    Kayıt tarihi : 15/04/08

    Kişi sayfası
    Paylaşım:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Güç:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)
    Tecrübe:
    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Left_bar_bleue1000/1000Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty_bar_bleue  (1000/1000)

    Dini Hikayeler - Sayfa 2 Empty Geri: Dini Hikayeler

    Mesaj tarafından kaan Cuma Nis. 18, 2008 6:27 pm

    Bayramlık Urba mı Müslümanlık?

    Kastamonu Nasrullah Efendi Camiinin İmamı Osman Efendi merhumun bundan altmış sene önceki -1950'lerde yaptığı- bir bayram konuşması...
    Saçı sakalı ağarmış, kırmızı yüzlü, babacan tonton bir insan olan Osman Efendi, çok yaşlı ve bacaklarından da rahatsız olduğu için ağır ve minik adımlarla bir kaç saatte gelip gidebilirmiş evinden camiye, camiden evine. Bir bayram günü minbere çıktığı zaman, bakın neler söylemiş Osman Hoca:
    Memnunuuuun! Memnunuuun!. Memnuuun!.. Neye memnunsun Hoca?
    Neye memnun olacan, cömaata memnunum! Cömaatın çokluğuna memnunum! Başka zamanlarda, şu direğin dibinde Amed Ağa, bu direğin dibinde Memed Ağa, o direğin dibinde Hasan Ağa, gıvrılır oturur, üç beş gişiyi geçmez cömaat. Emme Bayram oldu mu, hepiniz dolarsınız garii Camiye a?
    Hoş geldiniz! Hoş geldiniz! Hoş geldiniz! Her zaman buyurun, her zaman bekleriz!
    Gayrı vakıt ne yaparsınız leen? Bayramlık urba mı Müslümanlık? Neye her zaman gelmezsiniz?
    Gayrı vakıt ne yapan? Etlekmeği yin, üstüne gayfeyi içen, ondan sonra öyken gabarı, Gayaltına giden, tak tak tak gapıyı vurun:
    Kimoooo?
    Herifin!
    Ben de herifin!
    Trank trank dabancala atılır, zabahlara gadar yatılır, sabah olunca doooğru mahkemeye!
    Neye?
    Vukuuat vaa!
    Keranada kerlik ettin değil mi, elbet giden goca gafalııııı!
    Her türlü naneyi yin içen, kendinden geçen, ondan sonra da bayram gelince, hayıdı yırtık deve gi bi gopuduk gopuduk camiye gelin günaf dökmeye a?
    Ondan sonra da, camiden çıkarken, yanfiri yanfıri Hocaefendi'ye yanaşın, ellerini oğuşturun durun gaari: Hocaefendi ... !
    Sööle baalım ne vaaa?
    Günehirniz çok emme, Cenaballah bizi cennetine go mı ki?
    Gak oradan gara donuz, cennette ne işin vaa senin leeen?
    Gayrı vakıtta zabahınan gakan, Madamayı goluna dakan giden.
    Nereye gidiyooon?
    Agubağaya gidiyon!
    Goslak goslak Agubağaya giden: Agubaaaa!
    Buyur beyim, ne iççen?
    Bire!
    - Bire ne ki? Kekremsu bişuy! Haşa huzurdan eşek sidüğü gibu bişuy!...
    Bireler içulur.
    Ondan sonra: Agubaaa! Ne vereez?
    Beş mecidiye beyim!
    Düğümlü keseyi açan, beş mecidiyeyi şrank şrank sayan, sonra da gapıda bi fakıra raslayınca, ona:Ih!.. Cıncıh yoh!..
    Hadi ordan gidi poh!
    Nah giren cennete sen! Cennette işin ne senin leeen!
    Emme, yoooooo Hoca, öyle dime gine de sen! Geldiler ya işte gine de, geldiler.
    Kime geldiler?

    Rablanna geldiler, Rablanna! Govma gaari onları sen! La tagnetü min rahmetiIlaaah!..Allah'ın rahmetinden umut kesilmeeez! Elâ ine ahsenel kelam


    Kaynak: Güzel İnsanlar, Mustafa Özdamar

      Similar topics

      -

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 11:42 pm